Zack bana göz kırpıp, - mimar hanım beni içeri almayacak mısın?( diyince ona gülümseyip hızlıca yanağından öpüp kapıyı açtım) ilk maaşımla kiraladığım evimin 2. el deri koltuklarına yayılarak oturdu. -aramalarıma cevap vermedin?( sabah bıraktığım mesaj ve çağrıları düşünerek) -üzgünüm.Kafam bayağı iyiydi...huysuz bir hasta ama telefi etmem gerek değil mi?...dışarı çıkalım mı? işte asıl soruya gelmiştik. -şey...aa...Josh bu sabah aradı. Akşam birlikte kutlayalım dedi sana soracaktım ama telefonun kapalıydı ve... -Alex...sorun değil gerçekten. -emin misin?( aralarında neler yaşandığını bana anlatmamışlardı ben de sabırla Zackin anlatmasını beklemiştim ne varki o kadar şanslı değildim.) Zacki de ikna ettikten sonra saat tam 8 de Johnun bahsettiği yere geldim.Krşımda bir restoran veya bar beklerken bir lunaparkla karşılaştım.Elinde ikişer pamuk şekeriyle yanıma gelip şekeri bana uzattı. -sen ciddi misin? şelerini ağzına atıp, - biraz eğlenelim dedim fena mı? - değil, ee nereden başlyoruz, hız treni desek? Alex johnun anlattığı avukatlık maceralarını dinledikçe, gülüyor...kendini ilk kez bu kadar mutlu hissediyordu.Gözlerini kapatıp kendini hız treninin yüzüne çarptığı rüzgarın akışına bıraktı.Eve gelip de içeri girdiğinde Zackin uyuduğunu farketti masadaki devrilmiş şarap şişesini ve duvara çarpılıp kırılmış olan telefonu görünceye kadar oldukça huzurlu olduğuna inandı.telefonunu açtı 13 cevapsız arama!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
takıldığımız çakıltaşları
Romansahayat insana çeşitli seçenekler verir. kaybet yada kazan, kendin olanı al yada sonsuza kadar unut... benim seçim şansım ise geçmiş ve gelecekti bugün denilen kavram beni yalnız bırakmıştı.