Namjoon odaya adımlarken ben de onu izliyordum. Yumuşacık yüzü vardı ama vücudu çok sertti. Gözleri gülünce kısılıyordu ve benim gibi kırışmak yerine pürüzsüz duruyordu. Gamzelerinden bahsedemiyorum bile. Bir adamın kulakları bile çekici olur muydu ya! Saçlarına dokunmamak için de ayrı bir savaş içerisindeydim. Hem gamze hem de saçlar benim için tehlikeli bölgelerdi.
"Biliyorum çok yakışıklıyım." diye güldükten sonra odanın önünde durdu.
"Hayır yakışıklı olduğun için bakmıyordum." dediğim de merakla bana bakmıştı. Bense göz temasının utancı ile yakasına indirmiştim bakışlarımı anında.
"Neden bakıyordun peki?" yorulmuş olacak ki nefes nefese konuşuyordu. Neden her haraketi bu kadar seksi?
"Çok tatlı görünüyorsun o yüzden." dedim derken de parmağımı gamzesine bastırdım. Sonun da dokundum. Artık bu korkuyu es geçtim ama yeni bir korku belirdi içimde. Mesela bir daha dokunmamak için kendimde o iradeyi nereden bulacaktım. Ya da başkasının dokunduğunu gördüğüm de ne tepki verecektim. Sadece bana özel olmasını istemem normal miydi?
Parmağım hala oradayken duraksadı anlık. Önüne bakıyordu sadece. Hafif kaşları kalkmış, gözleri de büyümüştü. Şaşkınlığı yüzünün her bir zerresin de okunurken yavaş bir şekilde gözlerini gözlerimle buluşturdu. Ben de dudaklarımı içime kıvırarak sevimli olduğunu düşündüğüm mahçup bir ifade takınarak elimi çektim.
Bakması devam ederken. Yine hapşırdım. Ah bugün 2'nci oldu. O da kafasını kendine gelmeye çalışır gibi iki yana salladı. Ben de burnumu çektim masum bir şekilde gülerek.
"Ah! Umarım hasta olmazsın." diye isyan ederek odasına yöneldi.
"Anahtar cebimde." kaşlarını çenesi başı ile cebini işaret etti
"Şey ben yürüyebilirim."
"Hadi Min çıkar anahtarı." elimin birini sıcak ensesinden çekerek cebinden anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. İçeri girip ayağı ile kapıyı kapattı ve beni yavaşça yatağa yatırdı. Diğer elim de alıştığı sıcak traşlı ensesinden çektim. Güzeldi orası ya. Saçlarının en kısa olan kısmıydı ve elim orayı sevmişti. İyice sapıttım! Üstümde ki montu çıkartırken nedensizce ona ayak uydurmuştum bile. Ben gözlerimi kaçırmaya devam ederken o ise inadına gözlerimin içine bakıyordu. Kendisi de dolaptan kıyafet alıp birini bana uzattı.
"Lavaboda giyineceğim sen de giyinme işin bitince seslen." ağzımı açacağım sırada yine konuşması ile sustum.
"İtiraz yok küçük hanım!" o lavaboya adımlarken arkasından kısık sesle homurdandım.
"Küçük değilim ben." küçük bir kahkaha atıp lavaboya girdi. Komik olan ne ki? Verdiği bol beyaz üstü giyindim. Altıma giydiğim şey düşüyordu ama oturduğum için sorun yok düşmez herhalde.
"Giyindim!" dememle kapısını bu anı beklediğini belli edercesine hızla açıp çıktı. Beyaz bir üst ve gri eşofman. Bendeki de üst ve eşofman siyahtı. Siyah vermesi güzel bir şey çünkü iç çamaşırımın rengi beyaz üstün içinden belli olurdu.
"Neden buraya geldik ki?" diye sağlam bacağımı kendime çekerek kolumu üstüne attım. Kafamın da ağır geldiğini hissederek koluma yaslandım.
"Ayağını burktun." diye düz bir açıklama ile çıkarttığı kıyafetleri dolaba yerleştirdi. Benim katlamış olduklarımı da alarak dolaba koyması garip hissettirmişti. Sanki evliymişiz ve tatile gelmişiz gibi hissettirdi buradan bakınca.
"Tamam da! Neden pijama giyindirdin?" gözlerini devirip makyaj masasına ilerlediğin de gözüm istemsiz poposuna takılmıştı. Neden bakmayı kesemiyorum ve neden bu kadar güzel göründü!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RM Big Boss (Tamamlandı)
PertualanganPatron ve sekreter arasında geçen küçük çaplı maceraları anlatan kısa bir hikaye.. Namjoon- "Hayır Min-Young benim sekreterim yani bana emanet."