Eva Çetin
"İnsan ruhunu kaybettiği yerde aklını da kaybeder, kendisine ait olmayan davranışlar sergilermiş." Doktorumun son seansta söyledikleri zihnimde yankılanırken sıkıntıyla iç çektim.
Bir insanın ruhunu kaybetmesi yok olmasına sebep olurmuş. Sanırım ben annemi kaybettiğimde kayboldum. Bunu o zamanlar anlayamasam da klinikte geçirdiğim 1 ayda fark etmeye başlamıştım.
Kliniğe yatalı koca 1 ay olmuştu. Babamın beni başından attığını düşünüp haftalarca onunla konuşmamış yüzünü görmek istememiştim. Burada olmayı hak etmediğimi savunup ortalığı birbirine katmıştım ama hala buradaydım.
İlk hafta yaptığım hırçınlıklardan sonra doktorum aslında buraya ne kadar ihtiyacım olduğunu anlamamı sağlamıştı.
Babam ise buraya yattığımdan beri sergilediğim kötü tavırlara rağmen bıkmadan her gün beni görmeye geliyor ve eli boş bir şekilde geri dönüyordu. Onu görmeye, onunla yüzlemeye bu güne kadar hazır olmasam da bugün farklı olacaktı. Bugün ilk defa onunla görüşecektim. Tabii eğer hala benden ümidini kesmeyip gelmişse.
Bakışlarımı 1 aydır kaldığım odada gezdirdim yeniden. Odam tek kişilikti, aslında bir oda arkadaşım vardı ama gece kabuslarla uyanan, gün içinde sık sık kriz geçiren bir oda arkadaşıydı. Ben onun bu hallerine tahammül edemeyip ortalığı birbirine katınca beni tek kişilik bir odaya aldılar.
Kırık beyaz duvarlar, beyaz bir yatak, küçük bir masa ve sandalye, bir ayna odanın içerisinde banyo ve tuvalet, ayrıca bir kıyafet dolabı vardı. Bir kaç metre karelik bu alana koskoca bir ay sığdırmıştım.
İlk günler hiç kimseyle konuşmamış, yemek yememiş ve ilaçlarımı almamıştım. Öfkeliydim, her şeyden ben sorumlu tutuluyordum ve çözüm sadece beni buraya kapatmak gibiydi.
Kapatmışlardı işte, babam artık benimle ilgilenmek zorunda değildi. Okuldakiler artık benden korkmak zorunda değildi. Ayaz ve o, artık mutlu bir ilişki yaşayabilirlerdi.
Gözlerim dolarken uzanıp masanın üzerinde ki fotoğrafı aldım.
Son aile fotoğrafımızdı. Her yıl bir tane fotoğraf çektirirdik. Aslında bu aramızda geleneksel bir hale gelmişti.
Annem ve babamın doğum günü aynı gündü. Onlar büyük doğum günü hiç kutlamak istemezlerdi o yüzden her doğum gününde önümüzde mini bir pastayla fotoğraf çekilirdik.
Gözümden akan bir damla yaşı sildim. Bana ne olmuştu böyle, annesinin melek kızıydım ben. Kimseye kötülük yapmamış, yalan dahi söylememiştim.
Her ne olursa olsun gülümser ve hayata pozitif yaklaşırdım. Gerçi o zamanlar hayat tozpembeydi. Annesi ile babasının prensesi, arkadaşlarının iyi kalpli arkadaşı iken 14 yaşına kadar hiç bir zorluk yaşamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuza Dek Sen
ChickLitBirini ne kadar çok sevebilirsiniz? Ya da birini ne kadar çok bekleyebilirsiniz? Hiçbir şeyden haberiniz olmadan kalbinizi verdiğiniz kişinin, kalbinin başka birine ait olduğunu öğrenseniz ne yapardınız? Eğer tüm bunların cevabını merak ediyorsanız...