Kırk beş

5.8K 525 193
                                    

Medya: Matt Maeson - The Hearse

-

Deniz

"Üretilen fason malların taşımacılığı için anlaşılan lojistik firmanın bütün belgeleri burada mı Sercan?" masanın üzerindeki dosyanın sayfalarını hızlıca çevirip aradığım sayfayı açtım. Performanslarının ve kârlarının olduğu sayfalar bulunuyordu.

"Evet, ama sayfalarla uğraşma istersen. Sunumları da hazır. Mail adresine gönderiyorum."

Tamam anlamında kafamı salladım ama hala raporlara bakıyordum, bugün ve bugünü takip eden günlerde önemli toplantılar olacaktı. İşlerin başına geçmeye karar vermiştim, ve Sercan'da amcamın yanından dönüp bana yardımcı olmak için İtalya'ya gelmişti.

Bu hafta bu şirketle anlaşmamız gerekiyordu ama lojistikle ilgili beni rahatsız eden detaylar vardı. Başımda dikilen Sercan biraz sonra yanıma gelip bilgisayara eğilmişti. "İşte hazırladığım sunum, dosyalardaki bütün veriler burada. Lojistik firmanın kâr getirilerine mi bakıyorsun?"

"Evet, firmayı değiştirebilir miyiz? Sözleşmemiz ne zaman bitiyor?"

"O konuda sıkıntı yok. Aslında amcan da uzun zamandır düşünüyordu bunu ama fırsat bulamamıştı. Iyi bir firma bulmalıyız çünkü-" ofisteki çalan telefonun sesiyle Sercan'ın konuşması kesilmişti. Benim yerime telefonu açıp cevaplamıştı.

"Si. Stanza del cervello Deniz." İtalya'daki ofisimiz tamamen İtalyanlara aitti, buradaki ofis hem küçük hem de Türklerin azınlıkta olduğu bir yerdi. Güvenliklerinden genel çalışanlarına kadar çoğunluğu İtalyandı ve muhtemelen şuanda da güvenlikle konuşuyordu.

"Si, scusa aspetta un minuto." Telefonu beklemeye alıp bana dönmüştü, "Aşağıda seni görmek için br çocuk gelmiş, Türkmüş."

Türk mü? Kim gelmiş olabilirdi ki? Bizim çocuklar İtalya'da olabileceğimi bile bilmiyordu. Anlam veremeyerek Sercan'a baktım, "Adı neymiş?"

"Can."

Kalbimin ritmi istemsiz hızlanırken buraya nasıl geldiğini sorgulayamamıştım bile, aklımda sadece benim için buraya kadar gelmiş olması vardı. Kafamı salladım, yalandan öksürerek boğazımı temizlemiştim, "Göndersinler yukarı." Kafasını sallayıp telefona dönmüştü tekrar.

"Puo' mandare il signore di sopra." Telefonu kapatıp masanın arkasından çıkmıştı "Ben Can'ı karşılayayım. Lojistik ile ilgili akşam konuşuruz. Önce toplantıyı atlatalım."

Kafamı salladım "Merak etme toplantı için hazırım." Ama kafamın içi tamamen Can doluydu. Neden gelmişti? Ona o kadar şey söyledikten sonra bana doğru düzgün cevap verememesi bile haklı olduğumu düşünmeme yetiyordu. Ama ben haklı olmak istememiştim.

Söylediklerimi inkar etsin, öyle olmadığına beni ikna etsin istiyordum. Benimle olmak istediğine inanmak istiyordum ama o bırakıp gitmek için fırsat kolluyor gibi hissettiriyordu.
Bırakıp gitmeyi çok kolay gibi hissettiriyordu.

Ama ben uğraşmasını isterdim.

Kapı tıklatıldığında heyecanla tüm vücudum kasılmıştı, sanırım Can'ın üzerimdeki etkisine hiçbir zaman alışamayacaktım. Biraz sonra kapı açılıp da Can'ın yüzüyle karşılaştığımda asıl etkiyi o zaman görmüştüm.

Kalbim onu özlemenin de verdiği yoğunlukla göğsümü zorlamaya başlamıştı, kapının ağzında durmuş o da sessizce beni izliyordu. Yüzünde yorgun bir ifade vardı, ama her zamanki yorgun ifadesinin aksine bu fiziksel gibi görünmüyordu.

Kapıyı kapatıp masanın karşısında dikilmişti, bir süre gözleri ofiste dolansa da dönüp dolaşıp benim gözlerime bakmıştı yine. Benimse gözüm tamamen onun üstündeydi, hala nasıl oldu da buraya geldiğini düşünüyordum.

Too Close  (bxb) - [Tamamlandı]Where stories live. Discover now