Deniz
Dışarıda yağmur çiseliyordu, uzanıp telefonundan saate baktığında sabahın 5'i olduğunu fark etmişti. Her zamanki rutinine yetişmesi için yarım saati vardı. Yataktan kalkıp yanındaki çıplak bedene baktı, Mete yüzüstü dönmüş uyuyordu hala. Yerdeki kıyafetleri üzerine geçirip eşyalarını da cebine katıp daireden hızlıca çıkmıştı. Buradan evi zaten neredeyse yarım saatti.
Hızlıca eve sürüp spor kıyafetlerini giydiğinde, kulaklığını taktı ve koşmaya başladı. Bir an önce kafasını toparlamalı ve defterini eline almalıydı, dün gece çizim yapacak vakti bulamamıştı.
Neredeyse bir saat sonra tekrar kaldığı evin önünde buldu kendini, hızlıca duşa girip bir kahve kaptı ve dün bıraktığı gibi duran odasında çizim yapmaya başladı.Onu hatırlamaya çalıştı, ve hafızası bir kez daha onu yüzüstü bırakmamıştı. Özenle çizdi onu, dudaklarını, dağınık saçlarını, çatık kaşlarını ve kasılmış parmak boğumlarını...
Çizdi, tekrar ve tekrar, hatırladığı her karede, neredeyse elli sayfa çizmişti, artık hangilerini gerçekten gördüğünü yavaş yavaş karıştırmaya başladığını fark etmişti.Sadece gözleri ve kasları ona sıkıntı çıkarıyordu, içinden kendine ve ona sayısız küfür savurdu, onu yeterince inceleyememişti. Halbuki onu ikna edebilseydi, gözlerini arsızca üzerinde dolandırabilirdi, üstelik bunu kendi zevkine de çevirebilirdi!
İçindeki farklı yerler uyanmaya başlayınca düşüncelerini kesti, o onun sadece işiydi.Çizdiği şeylere sadece iş demek içinde bir yerleri incitmişti, hayır bu sadece iş değildi, aşkın somut haliydi, hazdı, kendini milyonlarca kez kaybedip buluşuydu!
Aslında kendini ait hissettiği tek şeydi.
Düşüncelerinden sıyrılıp saatine baktı, neredeyse dokuz olmuştu, Canla aynı okuldaydılar, bu hatırladığı bilgiyse istemsizce sırıtıp hazırlanmaya başladı.
Biliyordu, başarısız olmak için fazla azimliydi.İktisat dersinden çıktığı gibi soluğu kütüphanede almıştı, grubuyla buluşmak için yirmi dakikası falan vardı çünkü hepsi anadan 7 aylık doğma olan arkadaşları beklemeyi sevmiyordu. Daha yeni yeni fark ediyordu - ki üç yıldır bu okuldaydı, aklına kütüphaneden kitap almak yeni gelmişti, eh her şeyin bir sebebi var diye düşündü, bir kitap almıştı ve 2 hafta geciktirmişti.
Hemen kütüphanecinin yanına gidip bilgilerini hızlıca verdikten sonra kitabı uzattı, aslında bu kadar acele etmesinin sebebi tayfasıyla spor salonuna gidecek olmasıydı ama araları pek iyi olmayan Tanrı'nın onu pek sevmediği bugün de belli olmuşçasına kütüphaneci aşırı ağırdı.
Aslında belki de olayın Tanrıyla alakası yoktur diye düşündü, belki de tek suçlular insanlardır.
Bir yandan sıkıntıyla gerilmişken bir yandan da bunu belli etmemeye çalışırken etrafı izlemeye başladı, birkaç gündür Can'ı okulda görememişti, eh okul çok büyüktü pekala, onu hemen bulmayı umması fazla hayalperestçe olmuştu fakat koca bir şehirde aramıyordu, alt tarafı bir üniversiteydi ve çocuk resmen ortalarda yoktu.
Gerçi fakültesini de bilmiyordu-
Bir anda, sadece saliselik bir hisle siyah saçlara bakarken donakaldı. Bir çocuk ileride masaların orada uyuyordu, çocuğun kafasının üst kısmı hariç hiçbir yeri görünmüyordu bile ama nedense kendisi ona benzetmişti.Ne akla hizmet o da bilmiyordu ama kendisine engel olamadı.
Kütüphaneci adam ona bir daha uzun bir süre kitap alamayacağı ile ilgili bir şeyler anlatıyordu o an ama o onu başından savarcasına onaylayıp karşı konulamaz bir biçimde çocuğa ilerlerken buldu kendini.Ve bam, oydu.
Bir kez daha zihnine hayran kalıp karşısındaki sandalyeye sessizce oturdu, üzerinde gri kalın bir kazak vardı ve hiçbir dövmesi görünmüyordu, büyük şanssızlık, diye yineledi içinden.
Yüzünü inceledi uzun uzun, burnu inceydi, bir erkeğe göre fazla ince ve zarif. Ama onda kötü durmamıştı, bilakis, incelikle yontulmuş bir heykel gibiydi. Hatta San Francisco'da gittiği heykel müzesindeki heykellerin burnu bile böyle değildi.
Onların bilerek mi mükemmele yakın bir eser çıkarmadıklarını yoksa başaramadıklarını mı düşündü.Ya da sadece ilham kaynakları yeterince mükemmel değil diye düşündü.
Dudakları geçen gece gördüğünden daha dolgun ve kalındı. Kıvrımları ise tam hatırladığı gibiydi ve fazla yumuşak olduğuna bahse bile girebilirdi. Kirpikleri yoğundu, simsiyahtı.
Gözleri ne renk acaba? Şansıma tüküreyim gözleri yine kapalı diye homurdandı içinden ama sol gözünün hemen altında bir ben vardı, ve alnında iki küçük ben daha.Muhteşem detaylardı.
Kaşları da yine özenle çizilmiş gibiydiler, orta kalınlıkta ve sık tüylü ama sakalı ve bıyığı yoktu. Deniz kokudan daha yeni tıraş olduğunu anlamıştı zaten, tıraş losyonu ve sigara kokuyordu.
Elleri uzun ve inceydi, fazla kemikliydi ama bu bile gözüne güzel görünmüştü normalin aksine. Tekrar dudaklarına kaydı gözü, hemen şuan öpse, bu pembelikleri kolayca kırmızıya çevirebilirdi ve zaten dolgun olan dudakları daha da şişerdi.Altındaki hareketlenmeyi durdurmak adına yerinde kıpırdanıp düşünceleri başka yöne çevirdi, bir kitabın üzerine yatmıştı, kaşlarını çatıp kafasını yan çevirerek kitabı sarmaladığı kollarının arasından okumaya çalıştı,
Savaş ve Barış, Lev Nikolaeviç Tolstoy.
Kendisinin en sevdiği kitap olduğu gerçeği hafif bir afallamaya sebep olmuştu. Hafifçe sırıtıp sessizce çantasından çizim defterini çıkardı ve yine aynı yavaşlıkta arkasına yaslandı.
Onu çizecekti ve o kendisi gelecekti.
Hem onun uyanma -herhangi bir etkenin ya da kendiliğinden uyanma faktöründen- hem de arkadaşlarının onun peşinden gelme olasılığına karşı hızlıca çizdi ama hiçbir ayrıntıyı kaçırmadı. O zaten hızlı çizmeye alışıktı, bir insanın fotoğrafını çekercesine çizmeye alıştırmıştı kendisini.
Eh, o hıza ulaşması imkansızdı ama çizdiği resimlerin ayrıntısının ve aklındakine uygunluğu göz önünde bulundurulursa, baya hızlı çiziyordu.
İşi bittiğinde eserine bir daha baktı, sonra Can'a baktı, ve sessizce iç çekti. Bir an bu resmi kendisine saklayası gelmişti çünkü şuan karşısında duran sahne, nefes kesici özellikte doğal ve çekiciydi. Ama hayır, o Can'ın kendisine sahip olmayı planlıyordu.Tabi sadece resim için.
Resminin altına imzasını atıp adını yazdıktan sonra çizimini yavaşça kolunun altına sıkıştırdı, sonra da oradan yine aynı sessizlikte çıktı.
Şimdi geriye kalan tek şey, Can'ın onu bulup, kendi ayaklarıyla kendisine gelmesiydi.
YOU ARE READING
Too Close (bxb) - [Tamamlandı]
Ficción GeneralDeniz bir ressam, Can ise onun ilhamı.