Ölüm...
En beklenmedik anda gelen ve hayatının en güzel yerinde yarım kalan aşklara, yarım kalan mutluluklara ve yarım kalan umutların en acılı noktası. Belki bir şeyleri düzeltmek için kendimizi hazırlarken geride kırık kalpler bırakırız, belki de kırılan kalplerimizin onarılmadan durması. Geride bırakılan bir yaşam, yarım kalan bir hayat. Geriye dönmek için çabalarken duyulan o tiz ses. O ses ile hareketlenen yoğun bakım ünitesi deki o seslerin birbirine karışmasıyla korku tüm bedenini esir almıştı. Ölüyor muydu? Bu ses onun kalbinin durduğunu mu işaret ediyordu? Açık bilincine yayılan paniklik değişen nefes alış verişine karşı ciğerlerine doğru akıp giden hava bambaşka bir hızdaydı. Yetmiyordu sanki hızlanan kalbine bu oksijen. Titremeye başlayan bedeni ile aralanan gözleri ilk başta bulanık görüşe sahip olsa da bir kaç saniyede netleşmiş ve kendisine umutla bakan kişinin bir yandan da panik halde olduğu ortadaydı. Hemşirenin ne yaptığını anlayamadan ciğerlerini zorlayan hava bir anda kesilmiş ve nefes alış verişini kendisi kontrol altına alır olmuştu."Sakin olmalısın. Derin derin nefes al." desede öten cihaz ile panikle etrafına bakındığında hemen yanında yatan bir bedenin olduğunu fark etti.
"O-o..." derken yan yatağa doğru dönen başını avuç içlerini arasına alıp kendine bakmasi için zorladı.
"Şişt. Bana bak." derken aradaki perdeyi bir diğer hemşire onu görmemesi için çekerek engelledi. Fakat sesler hala bulunduğu ortamda hüküm sürüyordu. 'Beni bırakma!' içinde, en derinlerinde hissettiği o ses ağlaması için onu zorluyordu.
"E-mir." Canı yanıyordu. Bu acı hem fiziksel hemde ruhsaldı. Kesik kesik aldığı nefesine bir de hıçkırıkları eklenmeye başlamıştı. Kalbinde hissettiği sızı öylesine derindi ki sanki Emir'i hissedemiyordu. "EMİR!"
Bir uğultu eşliğinde ruhu çığlık çığlığayken hemşirenin onun titreyen bedenine engel olurken doktorun elindeki iğneyi son anda fark etti.
"Hayır. Lütfen Emir'i görmem gerek-iyor" cılız çıkan sesine karşılık hemşirenin bakışları kendisini buldu. Gözünden akan yaşlar görüşünü daha bulanık hale getirmeye başlamıştı. Yutkundu. Nefes alış verişini dizginlemeye çalışıp bir güçle "Emir..." dedi bir kez daha.
"Tamam onu sana getireceğim ama kalbin çok hızlı atıyor. Atak geçirebilirsin. Sakinleşmen gerekiyor." derken tiz ses belirli aralıklarla ses çıkarmaya başlayınca hemşire huzurla gülümsedi. "Bak oda hayata geri döndü. Şimdi sakinleş. Aksi taktirde bu iğneyi seruma enjekte etmemiz gerekiyor." söyledikleri ile bir az da olsa kalbini rahatlatmak adına derin bir nefes aldığında içinin acıdığını fark etti. Yüzü acıyla buruştuğunda doktorun sesini duydu.
"Canınızın yanması normal. Çok ağır bir ameliyattan çıktınız. Değil ameliyat o arabadan sağ çıkmanız bile bir mucize."
"Sakinleştirici- vermeyin. Emir'i görmem gerekiyor. Lü-lütfen." Adı bile huzur veriyordu ona. 'Bir adamın adı bile bir insanın kalbine iyi gelebilir miydi?' Geliyordu işte.
"Tamam. Sakinleştirici öncesi onu görmene izin vereceğim. Fakat sende sakin kalıp kalbini zorlamayacaksın. Aksi taktirde bu iğneyi yapmamız gerekecek." Gözlerini bir kez kapatıp açtığında doktor bey hemşireye onay vererek yanından ayrıldı. Bedeni her ne kadar gözlerinin kapanmasını zorlayacak kadar yorgun olsa da uyanık kalmak için kendini zorluyordu. Onu görmesi gerekiyordu. Ruhundaki bu acının nedenini öğrenmesi gerekiyordu. 'Lütfen iyi ol.'
Doktor bey elindeki eldivenleri çıkarıp atık kutusuna atıp açılan kapıdan dışarı çıktığında kapıdan bir an olsun ayrılmayan adamı görmeyi umarken yanındaki adamlardan birini görmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vazgeçiş
Ficción General"Burada olmamalısın. Karının ve doğacak bebeğinin yanında olmalısın." sesim o kadar ruhsuz çıkmıştı ki, kendi sesim bana bir o kadar yabancı gelmişti şimdi. "Onun yerinde sen olabilirdin! Neden yaptın bunu bize? Neden onu bizden aldın?" dedi. O kada...