Bir uğultu vardı kulaklarımda. Bir saat misali kendini tekrarlayan tik tak sesleri...
Bu tıpkı küçük bir kız çocuğunun ilk aşkının ona olan bir bakışını yakaladığında ritim tutan minik kalbinin çırpınış sesleri gibiydi.
Ağaçtaki kuş sesleri yükselirken bir şarkı çalmaya başladı ansızın. Dünyanın tüm gürültüsü, yaşanılan tüm o acı günler bitmiş ve yerini bahara bırakmıştı sanki. Kuşların cıvıl cıvıl sesleri, çalan şarkı ve onda daha önce görmediğim, belki de fark edemediğim duygu yüklü bakışları öylesine güzeldi ki. Şu an eksik olan tek şey Uras'ımdı. İşte o zaman burası benim cennetim olabilirdi. Ulaş yok... Berrak ve oyunları yok. Baran ve Banu yok. Yalan dolan yok. Sadece oğlum ve kalbimin daha önce hiç atmadığı kadar anlamlı atmasını sağlayan adam olacaktı.
Ne zamandan beri nefesimi tuttuğumu bilmiyorum. Ciğerlerim yanmaya başladığında derin bir nefes alıp titreyen bedenimin el verdiğince geri bıraktım. Beni böylesine güzel seven adam varken ömrümü bir hiç uğruna mı mahvetmiştim? Kimin için? Beni terk edip giden bir adam için mi? Bu gerçek yüzünden ağlama duygusuyla dolup taşıyordum. Bu gerçek öylesine ağır geliyordu ki bana, onun bana söyledikleri ve sonunda geldiğimiz nokta. Yaşanılan tüm o kötü şeylere rağmen şükretme nedenim oğlumdu.
Göz yaşlarım sonunda göz pınarlarımdan taşıp süzelmeye başlamıştı. Göz yaşlarıma inat yüzümdeki tebessümün sebebi böylesine güzel bakan adamdı.
Göz yaşlarım yanağımdan aşağıyla süzülürken ıslanan yanağımı avuç içlerine hapsetti.
"Şiştt. Ağlamak yok. Ağlayınca hala çok çirkin oluyorsun." diyerek çattığı kaşları ile öylesine endişeli görünüyordu ki gülmeden edemedim.
"Yalancı..." gülüşlerimiz birbirine karışırken kahvaltı masamız da yavaş yavaş tamamlanmaya başlamıştı. Gelen çalışanlara rağmen ellerini yüzümden çekmemişti. Çalışanların bakışlarından utanmaya başlayınca kendimi çekip ona bakmaya devam ettim.
"Sana hiç bir zaman yalan söylemedim..."
Gözlerimi kısarak "Emin misin?" diye sordum. Neyi ima ettiğimi anladığında dudağının kenarı bu sefer alayla kıvrıldı.
"Ben sana yalan söylemedim. Sana o kızın sen olduğunu söylememiş olmam yalan söylediğim anlamına gelmez. Sonuçta 'O kız ben miyim?' diye hiç sormadın bana."
Ağzım şaşkınlıkla açılırken ne diyeceğimi bilemedim. Dudaklarım bir kaç kez aralansa da bir şey söyleyemedim.
"Ne oldu?" Derin bir nefes alırken hafif esintinin etkisiyle onun kokusunu soludum. Kokusu öylesine farklıydı ki sakinleştirici etkisi vardı.
"Emir."
"Söyle güzelim."
"Nasıl böyle, yani biz Ul-" derken sözümü kesti.
"Sorma Nehir. Bunu hem kendine hem de bana yapma güzelim. Geçmişi telafi etmek istiyorum. Onun, senin hayatını cehenneme çevirmesini izlemek zorunda kaldım. Bu öylesine zordu ki, telafi etmek için çok geç kaldım. O günden sonra ne kendimi ne de onu asla affetmedim. Şimdi izin ver de küllerinden doğmana yardım edeyim. Bu konularla keyfimizi kaçırmayalım."
Bir şey söyleyemedim. Hissettiğim tek şey pişmanlıktı. Kaçmak yerine ona sığınabilirdim. O her zaman yanımda olmaya hazırdı. Fakat Ulaş'tan kaçıp ona sığınsaydım Ulaş bende hiç bir zaman bitemezdi. O zaman Uras babası ile büyüyebilirdi fakat o kadının evinde olacağı düşüncesi kanımı donduruyordu.
Bu düşünceyi zihnimden uzaklaştırıp anın güzelliğine verdim kendimi. Kahvaltı yaparken Uras'ın maceraları ve Tuğçe'nin evliliği ve çocuğunun doğum anındaki Yiğit'in hallerini anlatırken zaman su olmuş ve biz anlamadan akıp gitmişti. Çok geç olmadan beni işe geri bırakıp giderken arkasında huzurlu bir Nehir bırakmıştı. O bana her zaman huzurlu hissettirirken şimdi ki huzurunun içinde bir çok farklı duygu da yaşatıyordu. Öyle etkiliydi ki Baran'ı görmek zorunda kalmam bile bu huzuru kaçırmamıştı. Akşam Tuğçe'nın sorgusunda bile...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vazgeçiş
Ficción General"Burada olmamalısın. Karının ve doğacak bebeğinin yanında olmalısın." sesim o kadar ruhsuz çıkmıştı ki, kendi sesim bana bir o kadar yabancı gelmişti şimdi. "Onun yerinde sen olabilirdin! Neden yaptın bunu bize? Neden onu bizden aldın?" dedi. O kada...