kina - u'r mine+
“Ne giymeliyim?”
Telefonu omzu ve kulağı arasına sıkıştırmış elbiselerini karıştırıyor, bir yandan da sanki o da kendisiyle görebilirmiş gibi Hye Ran’dan bir fikir bekliyordu.
“Nereye gideceğimizi bile bilmiyorum. Ya çok abartmış gibi görünürsem?”
Hye Ran düşünceli bir şekilde iç çekti.
“Onu biraz tanıdıysam... Ah o da ne? Onu tanımıyorum.”
“Hye Ran, gerçekten şimdi seni tanıştırmadığım için trip atamazsın. Ayrıca tanıştınız.”
“O tanışma sayılmaz. Ben yakın arkadaş olarak onu sorguya çekebildiğim bir tanışmadan bahsediyorum.”
“Hye Ran. Sonra.”
Telefonun diğer ucunda gözlerini devirdiğini görebiliyordu Yeo Reum. Yeni bir iç çekişin ardından konuştu.
“Anlattıklarından yaptığım çıkarım ile -ah bir saniye. Bir şey anlatmıyorsun!”
“Hye Ran!”
“Tamam ya. Şık restaurantların adamı değil gibi görünüyor. Ama olur da öyle bir yere götürürse bir etek – bluz kombini veya şık bir elbise seni kurtarır.”
Geriye doğru bir adım atıp kendini yatağa bıraktı.
“İlk kez biriyle randevuya çıkıyor gibi hissediyorum.”
“Yeni biriyle tanışmıyorsun Yeo Reum. Birlikte seks yaptığın adamla çoğu zaman yaptığın şeyi yapacaksın, yemek yiyeceksin.”
“Bu bir randevu Hye Ran.”
“Sakin ol. Ne giyersen giy gecenin sonunda hiçbir önemi olmayacak.” dedi muzip bir tınıyla.
“Yah!”
“Şaka. Rahat ol Yeo Reum. Ben kapatıyorum, müşterim geldi.”
Derin bir iç çekerek telefonu kapattı. Sırt üstü yatağa devrildi. Elini kalbinin üstüne koyup gözlerini tavana dikti. Ne giymeliydi?
Yeniden dolabın karşısına geçti. Sonunda lila üzerine sarı çiçekler olan karpuz kollu, kare yakalı mini bir elbisede karar kıldı. Elbiseyi özenle yatağın üstüne bırakıp makyaj masasına oturdu. Saçlarını kuruttu, kaküllerine bigudi taktı ve saçlarının uçlarına maşa ile hareket verdi ve yanlarından birer tutam alıp bir mandal toka ile arkasında tutturdu.
Pembe tonlarından oluşan bir göz makyajı yapıp kirpik diplerini kalem ile koyulaştırdı. Yanaklarına pembe bir allık sürdü. Kırmızı bir ruj ile makyajını tamamladı.
Koluna ince, altın kordonlu bir saat; kulaklarına minik halka küpeler taktı. Boynuna ablasının mezuniyet hediyesi olan kolyesini taktı. Ucunda sedefli nilüfer çiçeği olan ince bir zincir. Hep köprücük kemiğindeki dövme ile güzel bir uyumu olduğunu düşünmüştü.
Üzerini giyinip kendine baktı. Abartılı görünmüyordu ama özensiz de değildi.
Beyaz baget çantasının içine cüzdanını ve rujunu koydu. Beyaz alçak topuklu ayakkabılarını giyip telefonunu aldı ve oturma odasına geçti. Kahve makinesinde sabahtan kalan az miktardaki kahveyi fincana koyup bar taburesine oturdu. Gözlerini dikmiş Jae Bum’un telefonunu beklerken kahvesini yudumladı.
Telefon ekranı gelen arama ile aydınlandığında hemen telefona atıldı.
“Alo?”
“Geldim, aşağıdayım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stopline | Jae Bum
Fanfiction"Yah! Ölmek mi istiyorsun?" Genç adam arkasını dönüp gitmek üzereyken duyduğu bu soru üzerine elindeki bir çift boks eldivenini yerdeki su birikintisine fırlatıp iki adım ötedeki genç kadına yürüdü. Ellerini kadının yanaklarına yerleştirdi ve yüzün...