vi.

400 47 31
                                    

billie eilish - i love you

+

Gitti.

Bunu, Pazar sabahı dişlerini fırçalarken gözleri diğer diş fırçasını bulduğunda yeniden dile getirdi iç sesi. Oysa beş dakika önce gözlerini açtığında dün sabaha göre çok daha hafif hissediyordu kalbini. Şimdiyse gerçek bütün acımasızlığıyla vuruyordu yüzüne. Gözleri aynadaki aksinin fırçayı tutan parmaklarına çıktığında öylece kalakaldı ve işte yine bir zamanlar en sevdiği ses olduğuna inandığı o ses, o kelimelerle yankılanıyordu kulağında.

“Gülüşüne bile tahammül edemiyorum artık.”

Yine aynı soruyu sordu kendine. Nasıl? Dişlerini fırçalamayı yarıda bırakıp ağzını çalkaladı. Fırçayı yerine bırakmadan önce diğer fırçayı alıp çöpe attı. Basit bir diş fırçası nasıl kalbinden bir parça haline gelebilmişti? Saçmalık.

Ellerini belinin iki yanına yerleştirip etrafına bakındı. Metal raftaki ikinci havlu, duşa kabinin içindeki metal rafta, kendi şampuanı ve duş jelinin yanında, kendine ait olmayan şampuan ve duş jeli, lavabonun üstündeki dolabın sol tarafında, raflara dizili tıraş köpüğü, tıraş losyonu ve cilt bakım ürünleri... Sadece banyosu bile... Sadece banyosu bile binlerce anı barındırıyordu. Lanet olası dört yıl, diye geçirdi içinden. Ve sonra yine kulaklarında bu dört yıla acımasızca son veren kelimeler yankılandı.

“Gülüşüne bile tahammül edemiyorum artık.”

Gülüşü?

Güldüğünde neredeyse kaybolan gözlerine mi tahammül edemiyordu? Yoksa ağız çizgisinin burun kenarıyla birleştiği yerde beliren o küçük gamzesine mi? Yoksa sesinden mi bahsediyordu? Çok güldüğünde nefes almaya çalışırken cam silme sesini anımsatan o sese mi? Yoksa nefesinin altından gülerken ki o tınıya mı?

Neye tahammül edemiyordu? Gülüş geniş bir kavramdı sonuçta. Hepsinden mi yoksa?

Bile. Yani tahammül edemediği başka şeyler de vardı. Yani bütünüyle ona tahammül edemiyordu.

Okkalı bir küfür savurup eline bir çöp torbası aldı. Banyoda, yatak odasında, oturma odasında, mutfakta... ona ait ne varsa hepsini o torbaların içine doldurdu. Sonra yatak odasına döndü. Gözüne komodinin üzerindeki o fotoğraf çarptı. O an nefes alamayacağını hissetti. Oysa o Pazar bütün bir ayın iş yoğunluğunu geride bırakacaktı. Onunla.

Eşyalardan kurtulabilirdi. Anılarından ne zaman kurtulurdu?

Dolabını açtı. Eline geçen şortu ve tişörtü üzerine geçirdi. Çantasını ve telefonunu alıp evden ayrıldı. Yürüyerek evden uzaklaşırken Mark’ı aramayı düşündü ama hemen sonra zaten açmayacağını düşündü. Büyük ihtimalle uyuyor olacaktı.

Ama birine ihtiyacı vardı.

Hissettiği şeyi anlayabilecek birine.

Kaldırımın ortasında birden durdu. Arkasından neredeyse ona çarpmakta olan adamın bir küfür savurduğunu duydu.

“Yabancı birine anlatmak her zaman daha kolaydır.”

Bu teklif, gece bir yabancının karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamanın utancıyla orayı terk ettikten sonra bile hala geçerli miydi?

Stopline | Jae BumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin