Harry Potter ve talihsizlikler zinciri

1.1K 90 18
                                    

iyi yazmaya başlayıp bok yoluna sokmayı bir ben yapabilirim zaten

Bölüm şarkısı-Perfect, One Direction

Harry Potter kendisi olmaktan nefret ederdi. Herkesin dikkati sizdeyse işlerin yolunda gitmemesi beklenmedik olmuyordu.  Büyücü olduğunu öğrenmeden önce de normal bir hayatı yoktu, öğrendikten sonra da. Bu düşüncelerle Büyük Salonda otururken karşısındaki kişi de ona bakıyordu. Draco Malfoy ilk kez Harry Potter'ı bu kadar umutsuz görmüştü. Hafifçe silkelendi. Slytherinler ona bakarken yakalasaydı ne derlerdi? Ah, pek iyi şeyler düşünmeyecekleri kesindi. İnsanlar arkasından konuşurlardı fakat söyleyemezlerdi.  Slytherin'in Prensi'ne bir şey diyen olsaydı bunu Lucius Malfoy kesinlikle duyardı. Karşısında oturan aptal çocuğa baktı. Gözlüğü burnunun ucundaydı, doğrudan masaya bakıyordu. Eğer Harry Potter'ın şu an yanına yaklaşsaydınız muhtemelen sizi fark etmezdi. Slytherinler oflayarak Hagrid'in dersine gitmeye başlarken Draco Malfoy'un gözü hala Harry Potter'daydı.

Bir Slytherin, her şeyle dalga geçebilir. Draco Malfoy eğer kendini kötü hissediyorsa ilk Harry Potter'a sataşırdı. Aynen bu şekilde durum tekrarlandı. Yasak Orman'da Hagrid'in dersindeyken Ruh Emici takliti yapan Slytherinler Harry Potter'ın pek hoşuna gitmişe benzemiyordu. Pansy Parkinson çekinmeden Hermione Granger'a sırıtıyorken Draco Malfoy yere düştü -IT'S KILLED ME! IT'S KILLED ME DNCNDNJDNK- Slytherinler umursamaz görünmeye çalışsa da endişelenmişlerdi. Hagrid Draco Malfoy'u taşırken Harry Potter'ın daha büyük sorunları vardı, gökyüzüne çıkmak gibi mesela! Özgür hissettiği kısıtlı zamanlardan birindeydi ve bunun tadını çıkarmaya kararlıydı. Sirius Black ve diğerleri halt yiyebilirdi, onları sonra düşünecekti. Şu an bu zamanın tadını çıkarma vaktiydi.

Hermione Granger şahsen birkaç gün önce yaşanan şeyleri aklından çıkaramıyordu. Hogwarts koridorlarında elinde birkaç ağır kitapla koşturuyordu. Saçları dağılmış, artık gün bittiği için mutlu olacak seviyeye gelmişti. Fakat koridorda yalnız değildi. Akşamın bu saatinde kütüphaneden dönerken karşısında Nyx duruyordu. Slytherin'in örnek aldığı Pansy Parkinson bu gece de mükemmeldi. Siyah küt saçları her zaman düzgün olurdu, açık yeşil gözleri her zaman alaycı bakardı. Bugün de üzerinde her zaman giydiği beyaz gömleği, gri-yeşil slytherin eteği ve cübbesi vardı. Bahçeye doğru sırtını vermiş, doğrudan Hermione Granger'a bakıyordu. 

'Bugün de yalnızsın Granger...'  siyah bir kedi misali yavaşça Gryffindor formalı kıza yaklaştı. Şu an aralarındaki gerilim elle tutulur bir seviyeye gelmişti -sexual tension yüzünden ben gerildim- Pansy Parkinson sırıttı çünkü yanındaki kız ne kadar ondan etkilenmediğini iddia etse de etkileniyordu ve bunu daha fazla inkar edemezdi.

'Ah, Athena, anlamıyorsun değil mi? Görmezden gelmen bir işe yaramayacak.' Pansy Parkinson'un Hermione Granger'a son sözleri bunlardı. Anlaşılan Tanrıçaları tek bilen kişi Hermione Granger değildi.

Gryffindor Ortak Salonu'na kıpkırmızı bir şekilde giren Hermione Granger herkesi şaşırtmıştı. Hızlı adımlarla yatakhaneye vardı, kitaplarını nazikçe kenara koydu, onlar önemliydi sonuçta ve cübbesini fırlattı. Havaya ihtiyacı vardı. Hem de baya bir ihtiyacı vardı.

Slytherin Ortak Salonu'nda ise işler normal gözüküyordu. Şöminenin yanındaki deri koltuklarda oturan Gümüş Üçlünün iki üyesi - Blaise Zabini yanlarında değildi, kim bilir neredeydi- konuşmuyordu. Draco Malfoy'u pijamalarıyla göründüğü an normalde yoktur. Belki de bugün o kadar sıradan değildi. Üzerinde koyu yeşil bir pijama takımı vardı - ki sol kısmında gümüş iple D.M. işlenmişti- düşünceli bir şekilde oturuyordu. Saçları dağılmıştı, kolunda sabah yaşadığı olaylar yüzünden sargı vardı ama söylenmiyordu, onu yarın da yapabilirdi. Yanan alevler gri gözlerine yansıyor, boş bir şekilde bakıyordu. Öbür yandan en yakın arkadaşı Pansy Parkinson oldukça keyifliydi. İlk kez yaklaşılabilir duruyordu. Gülümsediğinin farkında bile değildi ama oldukça gülümsüyordu. Fakat çocukluk arkadaşını fark ettiğinde hızla yüzü değişti ve karşıdaki koltuğa geçti. 

'İyi misin Dragon?' Ah Draco Malfoy kesinlikle iyi değildi ve bunun farkındaydı. Sadece yanında olduğunu bilsin istiyordu. Bu yüzden kendinden biraz uzun çocuğu kolunun altına çekti ve saçlarını karıştırdı. Artık gece çok daha huzurluydu.

Çoğu kişinin düşündüğünün aksine Draco Malfoy ve Pansy Parkinson arasında hiçbir zaman bir şey geçmemişti ve geçmeyecekti. Neredeyse doğduklarından beri yan yanalardı ve birbirlerini kardeş gibi görüyorlardı. Bu ikili çok yakında büyük şeyler değişterecekti ve bu bazılarının hoşuna giderken bazılarının hiç hoşuna gitmeyecekti...

Hikayenin şu kısmına geçelim ve sonu getirelim. Ron Weasley Hogwarts'a aşıktı. Arkadaşları, yemekleri, ortamı, Gryffindor, yemekleri demiş miydim? Hiçbir zaman ilgi odağı olamadığı evinden çok daha farklı bir yerdeydi. En yakın arkadaşlarıyla burada olmaktan daha güzel bir şey var mıydı? Eğer Ronald Weasley'i etrafındakileri fark edemeyecek kadar aptal sanıyorsanız, sizi şimdiden hikayeden dışarı çıkma şansı veriyorum. Bazı insanların düşüncelerinin aksine Ronald Weasley aptal değildi. Harry Potter ve Hermione Granger ondan bir şeyler saklıyorlardı bunun farkındaydı, ne olduğu hakkında bir fikri yoktu ama biliyordu. Ve ona göre çok yakında ne olduğunu da öğrenecekti.

*ehem selam, yeni bölümle geldim. İlk olarak Athena, Yunan mitolojisinde zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçasıdır. Roma mitolojisinde Minerva diye anılır. Eğer Hermione bir Tanrıçayı simgeleyecek olsaydı bence Athena'yı simgelerdi. Edebiyat dersiyle başladım yazmaya şu an almanca dersindeyim... bir sonraki bölüm üzerine iyi düşünmem gerekiyor. Olay örgüsü içe girdiğinde işi mahvettiğimi söylemiştim... Üçüncü sınıf umarım tek zorlandığım kısım olur, hiç sanmıyorum ama neyse, görüşmek üzeree!

chef-d'oeuvre• drarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin