malheur

392 38 0
                                    

malheur kelime anlamı olarak felaket, talihsizlik anlamına gelir. Biraz açıklama yapacağım, bazı bölümler aşırı saçmaladığımın farkındayım, ruh  halime göre şekilleniyor çünkü. Önceki bölümlerinin hiçbirine dönüp bakmıyorum yoksa kitabı silerim. Uzun zamandır aklımda bir finalle şekillenen bir kitaptı, ara verip duruyorum özür dilerim.

bölüm şarkısı- Pretty Face/PUBLIC

Draco Malfoy ne kadar da güzeldi. Tanımlanamaz bir tondaki gözleri hep duygusuz bakardı. Bir duvarın ardından. Hogwarts koridorları arasında sanki kendinden daha mükemmel biri olmadığını biliyormuşçasına yürürdü. Draco, her zaman asil olmuştu. Zarafet ve asilliğin ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi. Aklı çok karışık olsa, mutsuz olsa bile fark etmezdi kimse bunu. O kadar mükemmel olurdu ki, bu dünyaya ait değilmiş havası verirdi. Harry Potter, Draco Malfoy'u izlemekten kendini alamıyordu. Neden sürekli olarak sarışın çocuğun çatık kaşlarla gezdiğini bilmiyordu mesela. Onu ne kadar izlerse izlesin, ne kadar ezberlerse ezberlesin onu asla tam olarak anlayamayacaktı, aynı Draco'nun asla Harry'yi anlamayacağı gibi. 

Üç Büyücülük Turnuvasının son görevine doğru  zaman hızla azalırken Draco Malfoy her şeyden şikayetçiydi. Slytherin Binası'nın niye bu kadar aşağıda olduğundan, niye Grayffindorlarla beraber dersleri olduğundan, doğduğundan ve elbette Harry Potter'dan şikayetçiydi. Kahvaltıda yediği yarım kase kahvaltılık gevrek - McLip Büyücülük Dünyası kahvaltılık gevreği size güzel bir gün sunar!- ve yeşil elmanın tadı hala ağzındaydı. Koştura koştura koridorlarda koşturan öğrencilerin aksine sakin adımlarla dalgın bir şekilde yürüyordu. Evet her şeyden belki şikayetçiydi -hatta kahvaltıda yediği şeylerden bile- ama bunları düzeltmezdi. Orada bırakır sorunların büyümesini ve onu boğmasını keyifle izlerdi. Bir düzeni vardı. Her gün yataktan kalkar, gündelik hayatın zorluklarıyla çatışır, dalgaya alır ve hiçbir şey yokmuş gibi davranırdı. Çünkü aslında hiçbir şey yoktu. Eğer gerçekte bir sürü Draco varsa ve bu kopyalara kendi kopya Harrylerine ulaşmışlarsa bu hayatta neden çabalıyordu ki?  Belki kendisi kopyaydı. Bunlar günde aklına sadece beş-altı kez gelen düşüncelerin biriydi. Draco Malfoy, karanlık gibi şu anki zamanda soyut bir şekilde bahsedilen aslında korkutucu gözüken ama bir işe yaramayan şeyin kendisini boğmasına izin vermeyecekti. Kim bilir belki de verirdi.

 Harry Potter, üzerinde kırışık gömleği, boynundan sarkan kravatıyla sağdan sola koşuşturuyordu. Ron ona tost ayırmıştı bu sayede derse geç kalmayacaklardı fakat yolun ortasında yavaş adımlarla yürüyen Draco Malfoy açıkçası ne olduğunu bile hatırlamadığı bir dersten daha ilgi çekiciydi. Ron çoktan dersin olduğu sınıfa gitmişken kendisi sarışın olanın yüzünü görmek istiyordu. Fakat muhtemelen bunu yapamazdı çünkü nedense yalnız kalmalıymış gibi hissediyordu. Başka bir açıdan sadece 60 saniye sonra ölebilirlerdi. Eğer öyle bir varsayımsal durum söz konusu olsaydı, yine de arkasında yürür müydü? Yürümezdi. Bu yüzden yine hayatının son eylemini yapıyormuşçasına  arkasından koşturdu. Şimdi tam yanındaydı ve yüzünü yan profilden görebiliyordu. Kemiksiz, düzgün inen burnu, gri sanki sisli bir havaymış gibi duyguları yansıtmayan gözleri ve bembeyaz teniyle Draco Malfoy, Draco Malfoy'du işte. Kuzgun saçlı çocuğu ya görmezden geliyordu ya da gerçekten görmüyordu bilinmez fakat sarışın olan sanki acelesi yokmuş gibi yürüyordu. Eğer gerçekten tanımasaydı hiçbir endişesi yok derdi Harry. Sonuç olarak tanımıyordu fakat bu bakışlar kendisi kafası çok dolu olduğunda ve kapatma tuşu aradığı zamanlarda takındığı bir bakıştı. Sonuçta Draco Malfoy'a ne kadar ilgili olursa olsun onun izin verdiği kadar iç dünyasını tanıyordu. Ve çok izin verdiği de söylenemezdi. Hiçbir şey konuşmadan yürüdüler bir süre. Ortak dersleri olduğu için Biçim Değiştirme sınıfının önünde durdular. Şimdi ikisi yan yana duruyor, buğday tenli el hafifçe bembeyaz ele değiyordu. İkisi de sessizlerdi fakat bilirsiniz bazen konuşmak için kelimelere gerek olmazdı. Draco Malfoy belki de neden burada sessizce Harry Potter ile durduğunu bilmiyordu fakat içindeki bir ses uyum sağladığını söylüyordu. Sanki orada saatler geçirmişçesine gelen bir süre, bir anda McGonagall'ın seslenmesiyle bitmişti. İki gencin neden orada dikildiğini anlamasa da artık ikisinin de derse girmesi gerekiyordu. Böylece Draco Malfoy önde olmak üzere ikisi de içeri girdi.

Draco Malfoy kendinden çoğu zaman nefret ederdi, tamam fakat sevdiği anlar ışıl ışıl parlardı. Yüzü yarım, tam olarak çoğu kişinin kalp krizi geçireceği derecede, mükemmel bir sırıtışla parlar, gözlerinin kenarları hafif kırışıklıklarla şekillenirdi. Draco Malfoy bazen kendine aşıktı! Sonuçta kim onun kadar mükemmel olabilirdi ki? Bu cevabı ne Draco verebilirdi ne de Harry. Harry Potter Hogwarts koridorlarında Draco'nun ona bulaşmasını özlemişti. İşte oradaydı. Ceketini çıkarmış, siyah gömleğinin kolları beyaz tenini daha da beyaz gösterecek derecede kıvrıktı. Mimiklerini oldukça etkili bir şekilde kullanarak Pansy ve Blaise ile konuşuyordu. Ufak bir gülümseme peydah oldu Harry'nin yüzünde. Nedendir bilinmez bu görüntü çok hoşuna gitmişti. Umarsız bir görüntü gibiydi. Her şeyden uzakta gülen üç genç. İşte belki de bu yüzden hoşuna gitmişti. Belki de Draco Malfoy uzun zaman sonra ilk kez bu kadar tanıdık gözüktüğü için.


-728 kelimeydi yine başaramadım... umarım hata yoktur, iki şey açıklayacağım, Draco ihtimallerin olmasından hoşlanıyor. Bu yüzden başka evrendeki kendisini düşünmek ona zevk veriyor. Bir nevi aslında onun kaçış yolu düşüncelerden. Harry ise yarın değil, bir sonraki dakika yokmuş gibi yaşamayı seviyor. Umarım beğenmişsinizdir, görüşmek üzere.

chef-d'oeuvre• drarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin