ron weasley ve adsız kahramanlar

211 16 16
                                    

Harry Potter ve yakın arkadaşları hortkulukları yavaş yavaş bulup yok ederken Malfoy Malikanesi, ölümü anımsatıyordu. Voldemort her bir hortkuluk yok olduğunda acısını Draco ve ailesinden çıkarıyordu. Draco her gün, gözlerini kapatıp yok olmayı diliyordu fakat hayatı bunun olamayacağını net bir şekilde belirtiyordu sanki. Acı, sizi ayakta tutardı. Fakat acının farkındalığı kadar sizi tüketen bir şey yoktu.

Draco, babasının neredeyse delirmiş gibi davranmasını, annesinin işkenceler yüzünden zarar görmesini kaldıramıyordu. Kolundaki bu işaret tenini yakıyordu. Sanki ruhu vücudundan ayrılmış gibiyken kendisini hayata bağlayan tek şey bu anlamsız işaretti. Ne kadar yorulduğunu anlatamazdı. Ve daha en kötüsünün yaşanmadığını bilmiyordu.

Harry, Regulus Black'in nasıl biri olduğunu bilmiyordu fakat onun adına üzülüyordu. Voldemort yüzünden yaşanan genç ölümlerden biriydi sadece. Fakat bu kişi, Voldemort'un yanında olmasına rağmen ona karşı çıkmıştı ve bu çoğu kişinin yapabileceği bir şey değildi. Adının yeteri kadar anılmıyor olması mı yoksa ölümü mü daha trajikti kestiremiyordu Harry. O da sadece kendisi gibi savaşın ortasında büyüyen ağır sorumluluklarla cebeleşen biriydi.

Salazar Slytherin'in kolyesi, Ron'u tamamen başka bir ruh haline sokmuştu. Harry'ye sürekli olarak bağırıyor, söyleniyordu. En sonunda ağlıyordu. Sonuç olarak Blaise hakkında söyleniyor, yeteri kadar ruhsuz olduğunu ekliyor ve kendisi mental olarak çöküşte olduğunu belli ediyordu. Blaise hakkında gördüğü rüyalarında ne döndüğünü söyleyemiyordu fakat geceleri sessizce ağlarken sayıkladığı isimdi bu. Hermione'nin bile iyi olmadığının farkındaydı. Döneminin en zeki cadısı olan bu kız arkadaşlarından çok daha güçlü olmasına rağmen duygusal olarak boşluktaydı sanki.

 Harry Potter, arkadaşlarını buna sürüklediği için bir kez daha kendinden nefret etti. Çünkü Harry, kendi dışında herkesi düşünen biriydi. Her zaman böyle olmuştu. Doğduğu günden itibaren ölümle yüzleştiği içindi belki de bu. Annesi ile babasının tek hatırası birkaç resimden ibaret iken çocukluğunu yaşayamamış bir insanın kendisinden çok başkalarına değer vermesi normal değil miydi zaten?

Tek bağı arkadaşları kalmışken, onlardan daha çok kimin için vakit ayıracaktı ki?

Draco Malfoy idi bu sorunun diğer cevabı tabi ki.

Draco, yıllar boyunca kendini altın bir kafese kapatmıştı. Kusurlarını o altın kafesten büyük bir şekilde gördüğünü düşünürdü. Eksikliklerini listeler, kendinden iğrenirdi. Fakat Harry, kusur olarak belirlediği her şeyiyle seviyordu Draco'yu.

Ölümsüz hatıralar gibiydi Draco Malfoy. Unutulmaya yüz tutmuşların sergisinde parıl parıl parlardı. Kendisi olmadığı her dakika çürürdü içten içe aslında. İnsanların taptığı bu güzellik ise, kabuktan ibaretti.

Gerçek Draco Malfoy, nazikti. Zorbalıkla alakası yoktu. Zarifti. Not almak isterdiniz onun hakkındaki en ufak detayı bile. Çünkü bilirdiniz, hayatınızda böyle bir eşsizlik görmezdiniz her gün. Ve gururluydu. Kendinden ödün vermezdi. Sadıktı. Dürüsttü. Harry'nin bir insanla beraber olmak istediğindeki tek mükemmel eşleşmeydi.

Belki de evrenin oyunlarıydı onları böylesine mükemmel bir ilişki olarak bir araya getiren. Mükemmel ama umutsuz. Hareketli fakat ölüme yakın. Tüm ruhunun çekilmiş olması gibi hissettirecek bir aşktı bu.

Belki de tüm büyük aşklar böyle hissettirmeliydi.

Hortkulukları aramak, onların kendilerine has kara büyüleri gibi hissettiriyordu. Vazgeçilmiş ruhlar, acımasız ölümle taçlandırılmış unutulmuş hikayeler. Harry, Voldemort demekten bile korkmazken küçükken hayatında ona karşı tek bir duygu beslemişti.

Tiksinti.

Ailesi saydığı kişiler için. Arkadaşları için. Sevgilisi için. Vedaları veda yapan görüşürüz demekse, Harry hiçbir zaman ailesiyle vedalaşamayacaktı. Tanıyamadığı güven duygusunun eksikliği onu sanki ölümüne kadar tutacaktı.

Hortkuluklar aynen bu şekilde hissettiriyordu. Güvensiz. Korkmuş. Boş. Harry kendisi böyle hissederken arkadaşlarının durumunu düşünmekten baş ağrılarıyla uğraşıyordu. Sanki sona hazırlanıyormuş gibi hissetmekten geri çekemiyordu kendini. İşte buydu bir insanı umutsuz yapan. Her şeyden vazgeçmiş olma hissiyatı.

Belki de mantığını dinleyebilseydi o sıralar, her şey farklı olurdu.

Adsız kahramanlardı, savaşları savaş yapan. Gölgesinde kaldıkları bu karanlık dünyadan kurtulmayı başaramayan insanlardı belki de. Draco her gün aynaya bakarken adsız biri olarak tarihe geçeceğinin korkusuyla yüz yüze geliyordu.

Kendisinin kahraman olamayacağını çok küçük yaşta farkına varmıştı zaten. Ailesinin ona anlattığı efsanelerin gerçekçi olmadığını ne zaman anlamıştı bilmiyordu.

Ne zaman hikayedeki kötü karakter olmuştu? Bu belirsizdi galiba. Hangi taraftan incelesiniz bile o kötüydü, işe yaramazdı.

Harry Potter'a Draco hakkında böyle konuşsanız sizi lanetlerdi. O, Harry için çok önemliydi. Kendisini bulmasını sağlamıştı. Cesur hissetmediği her anda ona bunun normal olduğunu hissettirmişti dünyanın aksine.

Sonuçta ikisi de sadece hikayeleri önceden belirlenmiş iki çocuktu. Farklı hikayelerle. Farklı açılarla ve farklı imzalarla.

Fakat kendileri olmalarına izin verilmeyen şartlarla büyüyen iki çocuklardı sonuçta.

Belki de buydu onları birbirine bu derece bağlayan. Anlaşılabilir hissettiren.

Harry kırılmış asasına bakarken bile nasıl olurdu da Draco Malfoy'u düşünebilirdi ki? Bu gerçek değilmiş gibi hissettiriyordu.

Sanki ölümü bu denli kolayca kucaklamak gibi. Çünkü her gece arkadaşlarına iyi geceler diledikten sonra düşünerek delirme noktasına geliyordu. Voldemort'un bile bilmediği, uzak, iğrenç bir gerçek Harry'ye fısıldıyordu. İçindeki kalbini yerinden çıkaracakmış gibi olan bu duyguyu atlatamazdı zaten.

Acaba babası ölürken ne düşünmüştü? Acaba Sirius'un ölüşünü görse ne düşünürdü? Harry ile nasıl bir ilişkisi olurdu yaşasaydı? Annesi nasıl biriydi, nelerden hoşlanırdı? Harry bu sorular üzerine sonsuz zaman dilimlerinde düşünebilirdi.

Fakat zamanı sınırlıymış gibi hissediyordu. Ya Draco'ya demesi gerekenleri söyleyemezse ihtimali, aklındaki tilkileri zehir saçarcasına kovuyordu resmen.

Hortkulukların nerede olabileceğini bilmiyordu. Diadem, aklını oldukça karıştırıyordu. Sanki, gözünün önündeki bir şeyi kaçırıyordu.

Yakın zamanda Hogwarts'a gitmek için hazırlanıyorlardı fakat ormandayken kendilerini takip edenlerin olduğunun farkında değillerdi. Onları takip eden kişilerin kime götüreceklerini bilseydi belki de onlarla karşılaştığında kendini teslim olmuş halde bulabilirdi saniyesinde. 

Çünkü Harry Potter'ın hayatında zaman bir oyundu ve kazananı kesinlikle o değildi.



bölüm atma aralıklarının bu kadar fazla olması belki de bitirmeye hazır olmamamdır bilmiyorum ama bu hafta içinde bu bölüm dahil 3 bölüm atacağım, sonu getirmek lazım artık iki yıldır yazıyorum yani.

kendinize dikkat edin, sizi seviyorum ama en çok yorumlarda fikirlerinizi bana söyleyenlerinizi!!!

su içmeyi unutmayın,

lev

15/08/22


chef-d'oeuvre• drarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin