Sabah, nedensizce irkilerek uyanmıştım; homurdanırken, sırt üstü dönüp avuç içlerimi kaşlarıma bastırdım.
Bir süre öylece durduktan sonra kafamı yastıktan kaldırıp telefonumun saatine baktım. Dün, çok yorulmuştum; neden erkenden uyanmıştım ki şimdi? Okula gitmeme daha bir buçuk saat vardı.Oflayarak, ayaklarımı yataktan sarkıttım ve dağılarak kabaran saçlarımı ellerimle geriye attım. Hava sıcaktı, ayaklarımın altına dokunan zeminin soğukluğu iyi gelmişti.
Kollarımı iki yana açarak gerinirken, aşağıda kapanan kapıya kaşlarımı çattım.Anlaşılan, bugün babam işe geç kalmıştı; geç kaldığı zamanlarda, elinin ayağının dolaştığını bildiğimden, gözlerimin önüne gelen görüntüye kıkırdadım.
Ellerimden destek alarak ayağa kalktım ve ağır adımlarla pencerenin önüne geçerek, babamın arabasını görmeye çalıştım.Arabanın ucunu, sokağın köşesini dönerken zorla görebilmiştim; tekrar kıkırdarken, odam havalansın diye penceremi açtım ve odamdan çıkarak lavaboya gittim.
Birkaç kez yüzüme su çarptıktan sonra, kurulama gereği duymadan aşağı indim.Kahvaltı etmek için yeterince vaktim vardı; kendime bol malzemeli tost yaptıktan sonra, portakal sıkmak için bıçağı elime aldığım sırada, aklıma gelen görüntüyle midem kasıldı.
Sanki yine, James'in bakışlarını üzerimde hissediyordum; sanki arkamı dönsem, dipsiz kuyularıyla karşı karşıya kalacaktım.
Portakalları izlerken sırıttığımı fark ettiğimde, sinirle gözlerimi kırpıştırdıktan sonra portakalları ikiye böldüm."Yine mi portakal suyu?"
Duyduğum ses, beni şoktan şoka sürüklerken nefesim ciğerlerime tıkandı. Bıçağı tutan elim titrerken diğer elimi tezgahın kenarına koydum; gözlerim, sınırlarını zorlayarak kocaman olmuştu.
Yanılıyor ya da beynimde üretiyor olmalıydım, çünkü şu an burada olması imkansızdı."Tansiyonun mu düştü senin, neden elin titriyor?"
Gerçekten... arkamdaydı. Bu puslu ses sadece ona ait olabilirdi.
Sertçe yutkunurken, bıçağı kibarca portakalların yanına bıraktım ve ağır ağır arkamı döndüm.Buradaydı...
Omzunu kapının pervazına dayamış, kollarını göğsünde çaprazlamış, gülen gözlerle beni izliyordu. Dudaklarım birkaç kez açılıp kapandı; en sonunda sesimi bulabildiğimde, ağzımdan sedece ismi çıktı."James?"
Bu halime genişçe sırıttığında, kalbim yerinde çırpınmaya başlamışken mideme ardı ardına kramplar giriyordu.
"Senin burada ne işin var? Nasıl girdin içeri? Babam..."
Omzunu pervazdan ayırıp, tamamen içeri adım attığında, ardı ardına sıraladığım sorularım yarıda kesildi. Gözleri gözlerimden ayrılmazken, usul adımları ilerleyerek önümde durdu. Tüm kudretiyle önümde dikildiğinde, refleks olarak kalçam tezgaha dayanmıştı.
Boy farkımız yüzünden, başımı hafifçe geriye yatırarak yüzüne baktım.'Aman tanrım...' dedi iç sesim dehşet içinde,
'Şu an üzerine pijama var ve içinde..."
Cümlesinin devamını getirmesine gerek yoktu, beynime düşen bu yeni farkındalıkla utancımdan yerin dibine girsem yeriydi şu an. Dudaklarımı birbirina bastırırken gözlerimi kaçırdım.
"Bu sabah biraz erken geldim. Baban, evden çıkarken beni görünce içeri davet etti."
Sesini duyunca, yanan yanaklarıma aldırmadan bakışlarımı tekrar gözlerine çevirmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORUYUCULAR 1
RandomÇocukluk arkadaşının bir baykuşa dönüşebildiğini öğrensen ne hissederdin? Ya da lisede tanıştığın bir kız gözlerinin önünde tilkiye dönüşse? Peki kurda dönüşebilen bir adama aşık olur muydun? Zoe güzel bir genç kız olmasına rağmen, çok küçükken üz...