23- PARAMPARÇA

318 60 151
                                    

Tüm sürü, birkaç dakika daha sessizce bakıştıktan sonra Herman pembe ağaca (çantaların durduğu yere) doğru yürümeye başladı. Ve diğer herkes bunu bekliyormuş gibi peşine takıldı.
Belki de olanları düşünmek istemiyor veya kendimize, düşünüp, doğruluğu belirsiz bir sonuca ulaşmak için izin vermiyorduk. Saniyeler geçtikçe ortama tatlı bir sohbet hakim olurken Keşif Ekibi, son kez içindekileri kontrol ettikten sonra çantalarını sırtlarına taktı. Kullandıkları çantalar biraz değişikti; omuzluklarının dışında, karınlarından ve göğüslerinden de kayışlar geçiyor, tam ortada klipslerle birleşiyordu.

Ben çantaları incelerken Herman'ın şaşkın bakışları, kendi halinde, sessizce etrafı seyreden Kaleb'a takıldı ve gördüğü manzara komik gelmiş gibi sırıttı.

"Sen neden hazırlanmadın?"

Kaleb hiç üstüne alınmamıştı, Herman gözlerini devirdi.

"Kaleb sana diyorum."

Kaleb adını duyunca kaşlarını kaldırarak Herman'a baktı,

"Efendim?"

Bu sefer Milo gülerek elini kaldırdı ve küt diye Kaleb'ın kafasının arkasına vurdu. Genç adam önce kaşlarını çatıp, ters ters Milo'ya baksada bu duruma çoktan alışmış olacak bir şey demeden ifadesini normale çevirdi.

"Sen bizim ekipte değil misin?"

Milo yumruk yaptığı ellerini beline dayamış, sorumluluğunu unutan çocuğunu azarlamaya hazırlanan anne tribine girmişti. Kaleb'ın kaşları, mevzuyu yeni anlamış gibi havalanınca herkes gülüştü.

"Do- doğru... çantam yok, eşyalarım yok... Benim neden hiçbir şeyim yok!?"

Şapşal çocuk, annesini kaybetmiş ördek yavrusu gibi paniklemişti. Herman sessizce gülerken, seninle çok işimiz var der gibi eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra elini Kaleb'ın omuzuna atarak kendisiyle beraber yürütmeye başladı. Bu sırada çantasını hızla omuzlarından sıyırarak yere bırakmışı.
Herman'ın bu çantayı kullanmaya ne kadar alışık olduğunu fark ettim. Deneyimsiz birinin tüm klipsleri açması epey bir uğraş gerektirebilirdi.

Herman ve Kaleb, koşar adım Centrum'a inen merdivenleri inerek gözden kaybolduklarında bakışlarımı başka yere çevirdim. Şansa bak ki, gözlerimin yeni rotası birkaç adım ötemde duran ve pür dikkat beni izleyen James oldu. Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırırken yüzüne baktığımda, bir şeye bozulmuş gibi gözlerini kaçırdı.

Dudaklarım iki yana kıvrılırken, kaşlarım çatılmakla havaya kalkmak arsında bir tercih yapamayarak yüzümü çok saçma bir ifadeye soktu.

Yaklaşık on dakikanın sonunda Herman ve Kaleb geri döndüğünde herkes yeniden ayaklanarak harekete hazır olduklarını belirtti. Kaleb'ın omuzlarında, Keşif Ekibi'nin kullandığı çantalardan biri duruyordu ve içinin dolu olduğu su götürmez bir gerçekti. Belinde ise iki parmak kalınlığında, Kuzey Merkez'inde yaşayan insanların yarısından fazlasında gördüğüm deri bir kemer sarılıydı. Kemerin üzerinde, dördü sağ dördü solda olmak üzere sekiz bıçak (tüm bıçakların kılıfları kemere sabitti) ve avuç içi büyüklüğünde bir fener takılıydı.

Herman ellerini birbirine vurdu,

"Hadi bakalım millet, yola koyulma vakti."

. . .

Yaklaşık yimi beş dakikadır orman yolunda yürüyorduk. Herman, Milo, Adel, Kaleb, Luke, Seth, Magnus, Alessi ve Becca tüm üst bedenlerini kaplayan kamp çantalarının ağırlıkları yokmuşçasına rahat görünürken beni bir kez daha şaşırtmışlardı. Fakat aklımı tamamen meşgul eden şey alnımdaki ok sembolüydü.

KORUYUCULAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin