Bir saat...
Kolumdaki camı çatlak saate göre tam olarak bir saattir koşuyorduk.
Orman ay ışığı dışında zifiri karanlık ve ortama ölüm sessizliği hakim. Sadece kendi nefes ve geniş adım seslerimiz ağaçların arasında yankılanıyor. Kara Şövalyeler'i uzun ve dik bir yokuştan yuvarlanarak atlatmayı başarmıştık. Pek kontrollü ve istemli bir yuvarlanış olmasada işe yaramıştı fakat bu eve giden patikayı çok geniş bir açıyla kaybettiğimizin işareti.
Şu an bir derenin yanında koşuyoruz, derenin suyu bizimle aynı istikamatte parlak ve coşkulu bir şekilde akıyor. Kafamı hafifçe yana çevirip James'in yüzüne bakmaya çalıştım, şu an Kara Şövalyeler'le savaştığı andan daha gergin görünüyordu. Saç dipleri terden parlamaya başlamış, benimkiler ise çoktan kafa derimle bütünleştiler. Nedenini merak etsem de nefes tempomu bozmamak için konuşmadım."Burada duralım."
James'in sesinin yorgunluktan fısıltı halinde çıktığını fark ettim. Ben ise bacaklarımın ağrısından artık sendeliyorum.
Tempomuzu düşürüp yavaşladık ve kendimizi gürüldeyerek akan derenin yakınında büyük ve geniş bir ağacın altına attık. Tepeden aşağı yuvarlanırken çizilen, ezilen ve moraran yerlerim zonklamaya başlamıştı. Kaslarım ise bana lanetler okumakla meşguldü.
Yaslandığım yerden kafamı çevirip genç adamın Ay'ı yansıtan gözlerine baktım. Kastan oluşan göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu; ona baktığımı hissetmiş gibi başın, yasladığı ağaç gövdesinden ayırmadan hafifçe bana çevirdi. Göz göze geldigimiz an vücudum histerik kahkahalarla sarsılmaya başladı, benim halime o da geniş bir sırıtmaya karşılık verdiğinde daha çok güldüm."Ö-öl..."
Gülmekten gözlerimi açamazken alnımı omuzuna dayadığımda onun da sarsıldığını hissettim. Gülüyordu ama sanki sesli bir şekilde kahkaha atmamaya yemin etmişti.
Derin bir nefes alıp bağdaş kurarak kaslarımı gevşetmeye çalıştım. O da uzattığı bacaklarından birini kendine çekmiş ve bir dirseğini dizine dayamıştı."Ölmedik James! Ölmedik!"
Sırıtmaya devam ederken kolunu omuzuma atıp beni sıkıca kendine çekti. Bu ani ve sıcak hareketine karşı hazırlıksızdım, oturma açısından dolayı göremeyeceği için açık açık sırıttım. Derin bir soluk verdiğini duydum,
"Evet Çömez... bu sefer de ölmedik!"
Hafifçe aşağı kaykılıp başımı omuzuna yasladım. Kokusu, yağmurdan sonra ortaya çıkan toprak kokusu gibi ve kokusunda huzur buluyorum. Bunu ağzımdan kaçırmamayı aklımın köşesine not ettim.
Bacaklarımız ve gövdemiz bitişik halde otururken hafif ama soğuk bir rüzgar yaralarımı acıtarak esti.
Buna rağmen ikimizde bir süre sessizce oturduk.
Ormanın sessizliği ve yanan yaralarım can sıkıcı olmaya başladığında kafamı kaldırıp James'in suratına baktım. Dudakları hafif aralık ve gözleri masumca kapalıydı ama uyumadığına emindim. Kara Şövalyeler'in bu kadar aktif olduğu bir zamanda uyuyor olamazdı. İşaret parmağımın ucuyla kaburgasını dürttüm."Ne var Çömez?"
Konuşmadan önce avucumu toprağa koyup etrafımıza göz attım.
"Siz bu bölgede yaşamıyor musunuz James? Nerede olduğumuzu bilmiyor musun?"
Gözlerini kısık kısık açıp bana baktı.
"Karanlık, rüzgar kokuyu dağıtıyor ve yorgunum... Ayrıca o iblislerin nereden çıkacağını bilmeden hareket etmek intihar olur!"
Saydığı mantıklı nedenler karşısında bıkkınlıkla sesli bir nefes verdim. Gerçi, tek gerçekçi nedenin yorgunluğu olduğunu düşünüyordum.
"Ne yapmayı düşünüyorsun?"
Ağaçtan uzaklaşıp tamamen yere uzandı ve ellerini başının altında birleştirerek yayıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORUYUCULAR 1
RandomÇocukluk arkadaşının bir baykuşa dönüşebildiğini öğrensen ne hissederdin? Ya da lisede tanıştığın bir kız gözlerinin önünde tilkiye dönüşse? Peki kurda dönüşebilen bir adama aşık olur muydun? Zoe güzel bir genç kız olmasına rağmen, çok küçükken üz...