31- YANILGI

169 17 61
                                    

Ameliyatın üzerinden bir hafta geçtikten sonra Hector, Seth'i eve götürmemizin ona iyi gelebileceğini söylediğinde; Luke evlerinde birkaç küçük değişiklik yaptırmış ve kardeşini büyük bir özenle odasına kadar taşımıştı.
O günden beri ben dahil tüm sürü üyeleri, vaktimizin çoğunu Luke ve Seth'in evinde geçiriyor, genç adamın kafasını dağıtmak için bin tane etkinlik yaratıyorduk. Altı gün sonra ise hepimiz Lightside'a , uzun bir tatile gidecektik. Seth'in tedavisinin başlama vakti gelmişti ve hiçbirimiz (bunu nöbetleşe yapmak zorunda kalacak olsak bile) onu yalnız bırakmaya niyetli değildik.

Son yirmi dakikadır ise Seth'i tekerlekli sandalyeyle dışarı çıkmak için ikna etmeye çalışıyorduk.
Çünkü yaklaşık bir aydır sadece geceleri, tüm insanlar evlerine çekildiği zaman dışarı çıkıyor; gün boyu ise yatağında sessizce, ruhu çekilmiş gibi oturarak geçiriyordu.
Zaman zaman, sırf biraz neşelensin diye türlü şaklabanlıklar yapan arkadaşlarına verdiği tek tepki buruk bir tebessüm ya da kalp kıracak kadar sert çıkışlar oluyordu. Bu dengesiz ruh hali hepimizi yorsada onun önünde pamuktan farksızdı.

Bazen Seth'i, onun kendi isteğiyle odasında yalnız bıraktığımız zamanlarda ( kapının önünde beklediğimizden haberi yoktu) hıçkırarak ağladığını ve duvarlara çarparak yere düşen sert cisimlerin kırılışını dinliyorduk. Her kırılan cisim bizim kalbimizin bir köşesini parçalıyor sonra hızla, Seth için tekrar kabuk bağlıyordu.
Fakat bu gibi durumlarda en çok acı çeken Luke oluyordu.
Seth sinir krizine girip kendisini odasına kapattığında Luke bir hışım, rüzgar gibi evden çıkıyor ve bir saat sonra sarhoş olmasa bile, duygularının sivri uçlarını yontacak kadar içmiş halde geri dönüyordu.

"Beni rahat bırakın!"

Seth, Luke'un ona uzanan elini sertçe ittiğinde genç adam dudaklarının arasından sert bir nefes çekti.

"Ufaklık, hava çok..."

"Havanın güzelliği s*kimde mi sanıyorsun!"

Seth, abisinin cümlesini sabrımızı zorlayacak kadar kaba bir şekilde yarıda kestiğinde Luke çenesini sıkarak sessizliğe büründü.
Bu sırada Seth bıkkın, cansız bir sesle devam etti,

"Siz neyi anlamak istemiyorsunuz! O sokakların hiçbir anlamı yok artık!"

Ellerini yatağa dayayıp, yüzünü buruşturarak sırtını biraz daha dik konuma getirdi.

"İnsanların bana acıyan gözlerle bakmasından nefret ediyorum..."

James Black

Seth'in fısıltı helinde çıkan son cümlesi hepimizin başını öne eğdirtti çünkü bu duruma yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Gurur daha doğduğumuz an yüreğimize ekilen ilk tohum olurdu ve insanlar bu küçük filize zarar verebileceklerini düşünmeden kendi duygularını yansıtır, üstüne iyi bir şey yaptıkları gibi salak bir fikre kapılarak bundan memnun olmamızı beklerdi. Oysa içinde bir parça gurur taşıyan herkes durup düşünse, yaptıkları kendilerine bile saçma gelirdi.

Herkes sessizliğini korurken başıboş dolaşan gözlerim, odanın duvarında asılı duran film posterinin arka planına takıldı. Göğüs kafesimin içinde sabırsızca kımıldanan gücüm ve ruhumdaki kurt ortak bir planda kafa kafaya verdiğinde iç sesim de sırıtarak başını salladı.

"Hadi gidiyoruz."

Herkesin başı bir anda bana dönünce Seth kaşlarını çatarak yüzüme baktı.

"Nereye?"

Güven vaat eden bir gülümsemeyle yatağa yaklaşıp bir kolumu dizlerinin, diğer kolumu da belinin arkasından geçirerek bedenini yataktan havalandırdım ve itiraz etmesine fırsat vermeden odadan çıkarak merdivenlerden aşağı yöneldim.

KORUYUCULAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin