15- ELLİ BEŞİNCİ CADDE

540 182 80
                                    

En son ne olmuştu? İçtiğim alkolün midemi bulandırıp zihnimi allak bullak ettiğini hatırlıyordum. Zihinsel bir boşluğa düşmeden önce gözümün önünde uçuşan dilek fenerlerine eşlik eden toprak kokusunu da hatırlıyorum. James'in kokusu...

Şimdi ise toprak ve deniz kokusu yok, yattığım yer yumuşak ve sıcacık ama benim yatağım gibi kokmuyor.
Göz kapaklarımı aralanmaya zorlasamda kirpiklerim birbirine yapışmış durumda ve başım çatlıyor.

Gözlerimi açmadan ellerimden destek alarak doğruldum, kurumaktan acıyan dudaklarımı yalayarak ıslatırken bir elimi kabaran saçlarımdan geçirdim.
Okul... okula gitmem gerekiyor. Peki neredeyim?

Kafa karışıklığımla boğuşurken ellerimle oturduğum yumuşak zemini yokladım; elime gelen ince bir örtü ve iki yastık... ben kimin yatağında uyudum!
Gözlerim şok içinde, aniden açıldı ve hızla etrafi taradım. Siyah ve beyazın ağırlıklı olduğu, az eşyalı geniş bir yatak odasında, iki kişilik bir yatağın ortasına oturuyordum. Yatağın sağında fazlasıyla geniş bir kıyafet dolabı duvara yaslanmış, yatağın başlığının iki köşesinde tavandan iki karış aşağıda zarif aydınlatmalar takılı. Hemen solumda ise bir pencere siyah perdelerle örtülmüş. Hemen sol çaprazımda, odanın köşesine beyaz çerçeveli bir boy aynası konmuş.
Oda kesinlikle çok zarif ve derli toplu.

Dikatle etrafı analiz ederken aşağıdan gelen şangırtıyı duyduğumda yerimde sıçradım ve seri hareketlerle örtüyü üzerimden atıp ayaklarımı yataktan aşağı sarkıtarak yere bastım, yatağın kenarında otururken odanın köşesinde duran boy aynasına bakakaldım. Üzerimdekiler benim değildi!

Vücudumun içinde kaybolduğu bana kesinlikle birkaç beden büyük gelen siyah düz bir tişört ve koyu gri, bol bir eşofman. Eşofman o kadar uzun ki paçaları yerleri süpürüyor. Bunlar erkek kıyafetleri... gerçekten cüsseli bir erkeğin kıyafetleri.

"Burası neresi lan?"

Kendi kendime mırıldanırken başucumda duran telefonumu elime aldım. Ekranı açtığımda o kadar parlak geldi ki gözlerimi kapatmak zorunda kaldım, kısık gözlerle ekran ışığını kısmaya çalışırken bir taraftan söyleniyordum. Saat yedi olmuştu, okula gitmek için bir saat on beş dakikam vardı.

Son kez etrafıma bakınıp ayağa kalktıktan sonra eşofmanın ipini çözerek daha sıkı bağladım ve paçalarını kıvırarak ayağımın altına girmelerini engelledim.
Telefonum elimde ayağa kalktım, temkinli adımlarla kapıya yürürken kulağım etraftan gelecek herhangi bir sese karşı dikkat kesilmişti.

Tam kapının önüne geldiğim sırada (tahminen) merdivenlerden çıkan ayak seslerini duydum. Kalbim gümbürderken içgüdüsel olarak sessiz ama hızlı hareketlerle kapıdan uzaklaştım ve yatağın solunda duran siyah abajuru elime aldım. Şu an mantıktan çok kendimi koruma içgüdülerime ayak uyduruyordum.

Ayak sesleri tam kapının önünde kesildi, arkadan vuran ışık sayesinde kapının altındaki küçük boşluktan gölgesini görebiliyordum. Parmak uçlarımda yürüyerek kapının yanına geçtim ve sırtımı duvara vererek elimdeki abajuru beyzbol sopası gibi tuttum. Nefes bile almıyordum, gözlerimi kırpmazken tüm kaslarım gerilerek harekete hazırlanmıştı.

Sakin ol Zoe, odaklan. Suratını hedef al...

Ben kendimi teskin ederken kapı küçük bir 'çıt' sesiyla aralandı. Birkaç saniye sonra ardına kadar açıldığında her şey bir anda gelişmişti.
Savaş narası atarak abajuru içeri giren silüetin kafasına savurdum. Abajur suratına çarptıktan sonra yere düşerek büyük bir gürültüyle kırıldı.
Vurduğum kişi inleyerek geriye sendelediğinde abajur kırıklarının üzerinden atladım ve tüm bedenimi kullanarak kaburgalarına sağlam bir tekme geçirdim.

KORUYUCULAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin