3- KUZEY MERKEZİ

753 244 233
                                    

Aurora- Runnnig With The Wolf

Hava aydınlanmaya başlamıştı ve güneşin yumuşak ışıklarının aydınlattığı çayırda bir saat önceki kaosun izleri duruyordu.

Bense şiddetlenen baş ağrımla bir ağacın altında oturmuş, kendime çektiğim dizlerime kollarımı sarmış ve gözlerimi de Hector'un endişeden allak bullak olan yüzüne dikmiştim. Yarım saattir top gibi kıvrılmış halde, bu ağacın altında öne geri sallanarak ağlıyordum.

O kaosun ortasında adrenalin sayesinde ayakta durabilmiş olsamda omuzuma aldığım kesik sonucunda acıdan bayılmıştım. Uyandığımda ise tekrar paniklemiş ağacın altına kadar koşmuş ama sargılı omuzumun acısı yüzünden yine yere çökercesine oturmuştum.
Beni ilk gören Helen, temkinli adımlarla yanıma gelmişti. Onu görünce zaten dizginlerini zar zor tuttuğum kontrolümü kaybetmiş ciğerlerimin yettiğince bağırmıştım.

"Rüya olduğunu söyle! Sarhoş olduğumu söyle!"

Umutsuzca tutunduğum bu fikir, kabul etmeyi reddettiğim gerçeklikten daha katlanılır gelmişti. Fakat Helen dahil, bağırışımı duyarak önümüzde bir yarım daire oluşturmaya başlayan gençlerin üzerindeki kan lekeleri ve hâlâ etrafta gezinen yaban hayvanları bunların gerçek olduğunu kesin bir dille ifade ediyordu.

Yarım saatin sonunda artık bittiğini düşündüğüm gözyaşlarımı silerek nefes almaya çalıştım. Karşımda duran gençleri inceledim bilmem kaçıncı kez; üstleri ve hâlâ ellerinde tuttuğu hançer türevi silahları kan lekeleriyle kaplıydı, bazılarının vücudunun farklı yerlerinde bandajlar sarılıydı. Yüzlerinde acıma ,anlayış ve endişenin harmanından oluşan bir ifade vardı. Gülmelerini bekledim. Alay etmek için, kahkahalarla gülmelerini bekledim. Dalga geçmeleri acımalarından daha iyi olur gibime geliyordu.

Diş etlerimi acıtacak kadar sıktığım çenemle beraber, bir daha açmak istemezcesine kapattığım gözlerimi aniden ardına kadar açtım ve sonunda şu yeşillerimi Helen'ın yüzüne sabitledim.

" Gerçek miydi?"

Ne demek istediğimi anlamamış olacak ki kaşları çatıldı.

Ciğerlerimi kavuran derin bir nefes aldıktan sonra "Şu bana anlattığın, yazmayı düşündüğün kitap... gerçek miydi? O-onlar... Kara Şövalyeler miydi!" diyerek daha net bir şekilde sormuş oldum.
Kalabalıktan biri " Zeki kızmış." dedi. Helen onu umursamadan küçük bir çocuğu sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi bana gülümsedi,

"Evet Zoe, onlardı..."

Uzun uzun, ifadesiz bir suratla yüzüne baktım. O da dikkatle beni inceliyordu. Helen'dan sonra Hector'a çevirdim gözlerimi, hemen ardından da kalabalığın en önünde dikilen James'e. Düşüncelerimi toparlamaya çalışırken hepsinin yüzünü inceledim. Kendimi gözleri yeni açılmış  yavru bir köpek gibi hissediyordum.
Sonra dudaklarım iki yana kıvrıldı, eş zamanlı olarak Helen ve Hector'un kaşları çatılmıştı. En sonunda kendimi tutamayarak gülmeye başladım, dakikalarca delirmiş gibi kahkaha attım. Eh, gibisi fazla çünkü resmen delirmiştim! Sonunda kendimi durdurabildiğimde önümdeki gençlere döndüm,

"O zaman siz de Koruyucular oluyorsunuz?"

Beni onaylayan mırıltılar yükseldi. Hepsi oldukları şeyle gurur duyuyormuş gibi görünüyordu. Belki de delirmiş olan onlardı ve tek normal bendim. Damarlarımda dolaşan kan donmuş gibi hissediyordum, titreyip duran bedenim bir türlü ısınmıyordu. Tekrar histerik bir gülme krizini girdikten birkaç saniye sonra kahkahalarım hırıltıya, hemen ardından da hıçkırıklara dönüştü ve göz yaşlarım tekrar yanaklarımı ıslattı.

" Zoe..."

Bana doğru tedirgin adımlarla yaklaşan Hector'un cümlesini yarıda kestim,

"Sen... özellikle de sen sakın konuşma!"

KORUYUCULAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin