25- CASUS

373 24 226
                                    

James Black

Üç gün, altı saat...
Arkadaşımın ve sevdiğim kızın uyanmasını beklerken geçen zamanın ta kendisi. İkisi de yan yana duran yataklarda, öylece yatıyorlar. Nefes alıp vermeleri dışında hiçbir yaşam belirtisi göstermediler.

Thomas'ın yaraları zehirli hançerlerden biriyle açıldığı için, iyileşmesini sağlayan canlı doku büyük hasar görmüş.
Şifacılarımız, tekrar canlı dokuya ulaşana kadar yarayı temizlemek zorunda kaldıkları için kesiklerin bazı bölgeleri iyice açıldı.
Belki de daha iyi bir hastaneye götürmeliydik ama o kadar vaktimiz olmamasından korktuk.

Şifacılarımız, yaralarının iyileşme süreci ilerleyene kadar Thomas'ı uyutma kararı aldılar. Çünkü yerimizde duramayacağımızı çok iyi biliyorlar.
Her şeye rağmen Thomas'ın yaralarının iyileştiğini ve yüzüne renk geldiğini çok net bir şekilde görebiliyoruz. Bu iyi... içimizi biraz olsun rahatlatıyor.

Fakat Zoe beni iyice endişelendirmeye başladı. Verdiğimiz serumlar beklenenden daha yavaş etki gösteriyor. Kuruyan dudakları normale döndü ve vücudu ısındı ama teni hâlâ solgun.
Çok enerji harcamıştı, büyük ihtimalle uyandığında bile bir süre tam olarak kendine gelemeyecekti. Dört yıldır toprak bükmeme rağmen, böyle bir güç patlaması yaşamadığımdan ne yapacağımı ya da ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

Zoe'nin yatağının baş ucundaki sandalyede otururken, Thomas'ın baş ucunda yerini alan Helen'la göz göze gelince genç kız gülümsedi. İçimdeki sıkıntıya rağmen ben de ona küçük bir tebessümle karşılık verdim.

"İyi olacaklar."

Helen'ın sesi yorgun çıksada gözlerindeki ışıltı yerli yerindeydi. Başımı eğerek onu onayladım,

"İyi olmak zorundalar. Uyanmazlarsa tüm kemiklerini kırarım."

Esmer kız tatlı bir kahkaha attı,

"Sana yardım ederim."

Bu sefer gülme sırası bendeydi. Yine de bazen, espri anlayışımızın kırılacak kemiklerden oluştuğunu fark etmek insanı ürpertiyordu.
Tekrar derin bir sessizliğe gömülerek sevdiğimiz insanları seyretmeye başladık.
Bu sırada Zoe'nin arkadaşı olan peluş yanımıza gelerek genç kızın serumunu değiştirmeye başladı. Serumla işi bittikten sonra Zoe'nin yanına oturduğunda gözlerimi devirmekten başka tepkide bulunamadım. Öyle bir hakkım yoktu... henüz.

Gray, Zoe'nin saçlarını okşayıp alnına korumacı bir öpücük bıraktıktan sonra kalkıp Thomas'ın yaralarına tekrar pansuman yaptı ve bizden uzakta yatan başka bir hastasıyla ilgilenmeye başladı.
Şifahane, Kuzey Merkezi'nde ki elektrikle aydınlanan tek binaydı. Yine de Gray buranın ışıklarını sadece hava karardığında yakar, gündüzleri ışıl ışıl güneşin içeri girmesine izin vererek huzurlu bir ortam yaratırdı.
Hector Gray'in yaşına rağmen iyi bir şifacı olduğunu kabul etmek zorundaydım

Hasta psikolojisinden iyi anlıyor ve işine birçok şeyden daha çok önem veriyordu. Ben gözlerimi şifacıdan çekip Zoe'ye çevirdiğim sırada Şifahane'nin kapısı usulca açıldı ve içeri dişi baykuşlardan biri olan Maria girdi.
Kız bizi başıyla selamladıktan sonra, sessiz olmaya özen göstererek Gray'in yanına yürüdü. Gray, Maria'nın geldiğini görünce kollarını genç kızın beline dolayıp dudaklarını dudaklarına bastırdı.

Onları izleyen Helen bir süre onlara bakarak sırıttıktan sonra, yüzüne yumuşak bir hüzün yerleştirerek öne eğildi ve burnunu Thomas'ın saçlarına gömdü.
Ortalık tamamen sessizdi. Bu sessizliğin tekinsizliğini, kendi içimde bozmak için kucağımda duran kitabın kapağını açarak kaldığım sayfayı buldum.

KORUYUCULAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin