Yorgun ancak bir o kadar da şaşkın gözlerle evimin salonunda volta atan büyükbabamı izliyordum. Ona hoşgeldin deme fırsatım bile olmadan içeriye sinirle girmiş ve Robert'dan bahsetmişti. Onu sakinleştirmek için omzuna dokunduğumda durdu.
"Geleceğini neden söylemedin?"
Biraz sakinleşmişti, gözlerini bana çevirdi ve derin bir nefes aldı. İşte tanıdığım büyükbabam geri dönmüştü.
"İş için İstanbul'daydım. Sonra senin haberlerini duydum. Oradan direk buraya geldim ben de. Aramak yerine yüz yüze konuşuruz diye düşündüm."
Büyükbabam bunları söylerken birkaç adım önündeki koltuğa oturdu. Elimi omzundan çekmemiştim. Sakinleştiğini biliyordum ancak yine de onu daha önce bu kadar öfkeli görmemiş olduğum için iyice emin olmak istedim.
"Sana içecek bir şeyler getireyim," dedim sinirinin geçtiğinden iyice emin olduktan sonra. Mutfak bölümüne doğru yürürken arkamdan seslendi.
"Grace, sert bir şeyler olsun."
Sert bir şeylerden kastının ne olduğunu biliyordum ancak benim evimde olduğu için hayal kırıklığına uğrayacaktı.
"Evimde bulunan en sert içecek espresso."
Gülümsedi, tabii ki de alkol kullanmadığımı biliyordu. Tıp okumaya başladığımdan beri sadece ayda yılda bir içerdim o kadar.
"Valizime bak," dedi mutfak tezgahına yaslanmış onu izleyen bana bakarak.
O an kapının girişinde duran küçük valizi fark ettim. Yere yatırıp fermuarını açtığımda bir köşede duran viski şişesini fark ettim. Şişeyi alıp mutfağa geçtim ve bardağa doldurdum. Elimdeki zehirli sıvıyla salondaki büyükbabama doğru yürürken ağır kokusu midemi bulandırmıştı. Vücudum yorgunluktan ölüyordu, tüm gece 314'teki hastayla ilgilenmiştim.
Bardağı büyükbabama uzatıp karşısındaki koltuğa oturdum. Viskisinden bir yudum alıp gözlerini bana çevirdi.
"Artık sakince konuşabilir miyiz?" dedim ona bakarak.
Sırtını koltuğa yasladı, derin bir nefes aldı, yılların getirdiği kırışıklıklara sahip olan yüzü hoşnutsuzdu.
"Robert'ı çağır konuşalım," dedi.
Hala ısrar ediyordu ancak saat sabahın yedisiydi ve ben öylece Robert'ı arayıp evime çağıramazdım. Yorgunluktan tükenen vücudumu koltuğa yasladım ve gerilen bedenimi biraz dinlendirmeye çalıştım. Büyükbabamın Robert'ı tanıyabileceğini tahmin etmiştim ama şu an aklıma takılan şey benim onun kızı olduğumu bilip bilmemeseydi. Bunun cevabını aslında içten içe biliyordum. Tabii ki de biliyordu. Bunu bilmeyen tek insan bendim. Çünkü hiç sormamıştım.
"Onu öylece çağıramam büyükbaba."
Sesim bitkindi. Aslında onu gördüğüme çok sevinmiştim çünkü dün akşam Chris'le konuşurken onu anımsamıştım ve çok özlediğimi fark etmiştim. Ancak şu an karşımda özlem gideremeyecek kadar gergin bir şekilde duruyordu.
"Ona bir şekilde ulaşacağımı biliyorsun Grace, lütfen beni yorma ve kolay yoldan yapalım şu işi."
Haklıydı, büyükbabam başarılı bir iş adamıydı. Öyle ki şu yaşına kadar hala çok dinç bir şekilde işini tutkuyla yapıyordu, eli ayağı her yere uzanabilirdi. Bir süre beni ikna etmek istercesine yüzüme baktı ardından elindeki bardağı kafasına dikip içindekini bitirdi. Ayağa kalkıp eve girdiğimde oturduğu koltuğa fırlatmış olduğum çantamı açtım ve içinden telefonumu çıkardım. Robert'ın numarasını bulup tereddütle arama tuşuna bastım. Telefonu açmasını beklerken bir yandan da beni dikkatle izleyen büyükbabama bakıyordum. Bir süre sonra karşı taraftan yorgun bir 'alo' sesi duyuldu. Dudaklarımı birbirine bastırdım, onu bu saatte rahatsız etmek istemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAUGHTER OF DOWNEY / CHRIS EVANS
FanfictionBu yaşıma kadar adını bile merak etmediğim adam kapıma dayanıp "Sanırım senin babanım," dediğinde tek bir cümlenin hayatımı tamamen değiştirebileceğini bilmiyordum. Yanılmışım. Chris Evans Hayran Kurgu 14.01.2017 Glaceetfeu