"Hafta sonun nasıl geçti?"
Gözlerimi yaptığım şeyden ayırmadan anlam veremediğim bir ses tonuyla bana sorulmuş soruyu yanıtladım.
"Ne zamandan beri ameliyatlarda özel hayatımızdan konuşur olduk?"
Karşımdaki kişiye bakmadım ancak yüz ifadesi gözlerimin önüne gelebiliyordu. Elimdeki aleti yanımdaki hemşireye verip odadaki yeni mezun asistan doktorlara baktım.
"Dikebilirsiniz."
"Çok başarılıydınız Bayan Sanders."
Asistanlardan birinin övgüsüne kafamı teşekkür eder gibi hafifçe öne eğerek karşılık verdim. Otomatik kapıdan çıkıp üstümdeki ameliyat kıyafetlerinden kurtulurken arkamdan gelip hemen yanımda aynı işi yapan adam yarım kalan konuşmamızı sürdürdü.
"Bay Lessy'nin ameliyatlarda pop müzik dinlediğini biliyorsundur umarım Grace."
Ses tonu eğlenir gibiydi, az önce ameliyathanede ona karşı sert değildim ancak tavrım netti, buna rağmen o bunu dikkate almamış hala konuşmaya çalışıyordu.
Gözlerimi devirdim, o kadar kısa bir andı ki bunu fark etmediğine emindim. Elimdeki eldivenleri atıp ellerimi iyice yıkadım. Ameliyathanenin hazırlık bölümünden de çıkıp asansöre doğru yürürken arkamda duran adama baktım.
"Gel sana bir kahve ısmarlayayım."
Matthew ile hastanenin kafeteryasında oturup kahvelerimizi içerken etrafımdaki insanları inceledim. Hepsinin yüzündeki endişeli bekleyişi görebiliyordum. Her biri belki bir sonucu, bir ameliyatı, bir tedaviyi, bir yakınını bekliyordu. Aslında hastanenin kafeteryası bir yeme içme mekânı olmaktan ziyade hasta yakınlarının duygularını bütün çıplaklığıyla ortaya döktüğü bir bekleme salonu gibiydi. Buraya her geldiğimde bu dünyada ne derdim olursa olsun hiçbirinin hastane kafeteryasında birini beklemek kadar çaresiz hissettireceğini düşünmüyordum. Orada önündeki kahve bardağına dalıp giden kadın, bir köşede gözleri uykusuzluktan belki de ağlamaktan kıpkırmızı olmuş annesinin elini sıkı sıkı tutan çocuk, avuçlarıyla yüzünü kapatmış öylece duran adam, parmak uçlarıyla şakaklarını ovuşturan genç... Hepsi bir zamanlar bendim. Hastane kafeteryalarını iyi bilirdim, oradaki hisleri iyi bilirdim. Bunu yaşamış biri olarak bundan sonra yaşayacağım şeylerin o anlardan kötü olamayacağını da iyi bilirdim. Yine de Robert ortaya çıktığı andan beri içten içe hissettiğim çaresizlik hissi bana o günleri hatırlatıyordu. Ne yapacağımı bilmiyor, kestiremiyordum. Onunla beraber karşıma bütün duygularımı alt üst eden Chris'in çıkması, her şeyin bir anda ilerlemesi, bozulmasın diye direttiğim düzenimde çatlaklar oluşmaya başlamasına rağmen kılımı bile oynatmak istemeyişim... Bütün bunlar kendi kişiliğimde, kendi geçmişimde, hastane kafeteryalarındaki anılarıma, duygularıma bir yolculuğa zorluyordu beni.
"Dalıp gittin."
Gözlerimi hızla karşımdaki adama çevirdim. Kemikli ince gözlük çerçevesinin ardındaki mavi gözleri kafeteryaya vuran güneş ışığıyla pırıl pırıl parlıyordu. Yüzü neşeliydi, sohbet etmek istediği açıktı.
"Yorucu bir hafta sonuydu," dedim gözlerimi bardağıma dikerek.
"Paylaştığın fotoğrafları gördüm. Hala Chris Evans'la ilişkin olduğuna inanamıyorum."
Gözlerimi ona diktiğimde iki elini hafifçe havaya kaldırdı.
"Beni yargılama, bütün hastanede sen konuşuluyorsun. Kimse seni daha önce biriyle çıkarken görmedi. Onlara göre sen ilişki yapamayan birisin."
Onu dikkatle dinliyordum, son cümlesinde istemsizce gözlerim kısıldı.
"Onlar kim?"
Matthew eliyle çevreyi gösterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAUGHTER OF DOWNEY / CHRIS EVANS
FanfictionBu yaşıma kadar adını bile merak etmediğim adam kapıma dayanıp "Sanırım senin babanım," dediğinde tek bir cümlenin hayatımı tamamen değiştirebileceğini bilmiyordum. Yanılmışım. Chris Evans Hayran Kurgu 14.01.2017 Glaceetfeu