25

1.2K 142 228
                                    

Gönderen: Robert

Yoğun olduğunu söylediğin için aramadım. Sonuca bakabildin mi?

İletilen: Robert

Yarın bakacağım.

"İyi günler."

Postaneden çıktığımda hızlı adımlarla arabama doğru yürüdüm. Los Angeles halkı için pek de normal olmayan bir şey gerçekleşiyordu. Hava kapanmıştı ve yağmur yağmak üzereydi. Bu aylarda yağmur hiç yağmazdı ancak ben postaneye girip işimi halledene kadar bulutlar hafiften ağlamaya başlamıştı bile.

Evimin önüne geldiğimde bir süre arabadan inemedim. Nefesimi kontrol altına alıp kafamı sürücü koltuğuna yasladım. Telefonum bugün yirminci kez titriyordu ve ben hala kontrol etmemiştim. Hızla arabadan indim. Eve yürürken telefonumu cebimden çıkardım. Yağan yağmur saçlarımı ve telefonumun ekranını ıslatmıştı. Kapıyı açıp içeri girdim. Arama kaydıma ve mesajlara baktım. Bay Terry defalarca aramıştı. Onu göz ardı ettim. Skylar hemen altında onlarca arama ve mesajla duruyordu. Ekranı yukarı kaydırdım. Robert iki kez aramış, üç mesaj bırakmıştı. Mesajlara bakmadım. Bugün telefonumu titreten son kişi ise Matthew'du. Diğerlerinden farklı olarak onlarca mesaj yazmıştı. Hepsini okumadan sildim ve telefonumu cebime attım.

"Ne zamana burada olur?" Durdum, karşı taraftan yanıt bekledim. Yanıt gelince teşekkür ettim ve telefonu kapatıp kapımın önündeki bavulu ve büyük sırt çantasını alıp kapıdan çıktım. Önümde duran sarı renkli arabadan inen adam bavullarımı bagaja yerleştirdi ardından nereye gideceğimizi sordu.

"Havalimanına."

O ana kadar çok yoğun düşünmemeye çalışmıştım, testin negatif olduğunu gördüğüm an önceden akmakta olan gözyaşlarım durmuştu. Şaşkındım, belki bir noktada hayal kırıklığına uğramıştım ama başladığım noktadaydım. Robert'dan bihaber olduğum, Chris'i hiç tanımadığım ve kendi kendime yaşadığım zamandaydım. Kızdım ama kime kızdığımı bilmiyordum. Madem sonuç bu olacaktı neden bunları yaşadım?

Tüm hücrelerimle Robert'ı kabul etmeye çalışmıştım, onu gerçekten bir 'baba' olarak görmeye başlamıştım. Hayatıma girdiği andan itibaren onu kabullenmeye hazır olduğumu fark etmiştim. Çok korkmuştum ama onun için savaşmıştım. Denemiştim, bu oyunu sonuna kadar oynamıştım ama kaybetmiştim. Her şey bir hiç içindi.

Belki kendime gerçek babamın kim olduğunu sormam gerekiyordu ancak bu sorunun cevabını merak ediyor olsaydım seneler öncesinde annem hayattayken de sorardım diye düşündüm. Anneme güvenmiştim. Her sözüne inanıyordum. Ölene kadar da bana hiç yalan söylemediğine emindim. Peki neden öldükten sonra bir yalana tutunmama sebep olmuştu? Ben kendi halimde yaşarken neden bana bir umut verip sonra onun yok olmasına izin vermişti? Kızgındım ama ona değil, hayatımda olup bitenlere, yaşadığım onca şeyin hiçbir anlamı olmamasına...

İstifa etmiştim. Dün sonucu gördüğüm an karar vermiştim buna. Elime bir kâğıt kalem alıp istifa dilekçemi yazmıştım ve masamın üzerine bırakmıştım. Bütün hayallerim, kariyerim geride kalmıştı.

Hiçbir anıyı yanımda götürmek istemiyordum. Onu ilk hastanede öpmüştüm. Odama her girdiğimde bir hiç uğruna olan hiçbir şeyi hissetmek istemiyordum. Matthew'un yüzüne bakamazdım, Robert'ın odama girip bana beş sene önce yazılmış bir mektubu uzatıp 'Sanırım senin babanım' deyişi ile yüzleşemezdim.

Bütün hayatımı sıfırdan kendi ellerimle inşa etmişken hayatımın merkezine girmişlerdi. Bakış açımı, hislerimi belki de kişiliğimi değiştirmişlerdi. Her şey bir hiç içindi. Kendimi güçlü sanmıştım, yanılmıştım. Korkağın tekiydim ve hatalar yapıyordum. Bir daha Los Angeles'a ayak basamayacak kadar korkuyordum. Hissettiğim hayal kırıklıklarıyla, duygularımla ve gözyaşlarımla yeniden karşılaşmaktan deli gibi korkuyordum. Kaçıyordum, hayatıma girmek üzere olan iki adamdan, beni bir anlığına dünyanın en mutlu insanıymışım gibi hissettiren iki insandan kaçıyordum.

DAUGHTER OF DOWNEY / CHRIS EVANSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin