Soğuk havaya rağmen bedenim sıcacıktı. Kanımdaki alkolün bunda etkisinin olduğunu biliyordum. Ancak yine de titriyordum, üşüdüğümden değil, zihnimin vücudumu sabit tutabilecek gücü bulamamasındandı. Yine de düşmemi engellemiş olan belimi saran kollar sayesinde ayaktaydım. Düşmek üzereyken istemsizce ellerimle kollarını tutmuştum ve o tanıdık mavi gözleri gördüğüm an zaman durmuştu.
Belki de onu ben uydurmuştum. Tek başıma sıvışarak kaçtığım bu barda, yağmurun yeni yıkadığı ve caddenin ışıklarının zar zor aydınlattığı bu arka sokakta yanımda olsun istemiştim. Onun karşımda olması imkânsızdı, beni bulmuş olması imkânsızdı. Kesinlikle hayalimin bir ürünüydü. Ancak sıkı sıkı tuttuğum sert kollar, burnuma dolan tanıdık parfüm kokusu, baktığımda bu haldeyken bile içimi titreten okyanus gözler o kadar gerçekti ki içten içe bunun hayal olmamasını diledim.
Yanaklarımı ıslatan yaşlar da gerçekti; bu yaşlara karşı koyarmışçasına yüzümde oluşan tebessüm de. Gerçek değildi ve ben onu gördüğüme sevindiğimi belli edebilirdim. Belki de delirmiştim ve alkol yüzünden ipleri yeterince elinde tutamayan zihnim beni kendi halime bırakmıştı. Artık dilediğimi yapabilirdim; ağlarken gülebilir, gülerken ağlayabilir, ondan nefret ederken ona aşık olabilir, istediğim her an onu hayal edebilirdim.
Bu yüzden benden nefret etmiyordu, bu yüzden kalbini kırmış olmama rağmen bana şefkatle bakıyordu çünkü öyle yapmasını isterdim. Ne olursa olsun bana sarılmasını, her şeyi unutmasını, beni affetmesini isterdim.
Başka açıklaması yoktu. Burada değildi. Zihnimde, kalbimde, tüm benliğimdeydi. Kokusu, gözleri, bedeninden yayılan o sıcaklık... Hepsi yalandı. Kendimi kandırıyordum.
Tebessümüm arttı; artık bir gülmeye dönüşmüştü. Yanaklarım hala sıcacıktı ve ıslaktı. Gülüşüm şiddetlendi. Kafayı yiyordum. Chris'i hayal edecek kadar delirmiştim.
Karşımda durup sabırla beni inceleyen mavilerdeki şefkate bir şaşkınlık pırıltısı karıştı. Kaşları hafiften çatıldı.
"Tanrım, sen sarhoşsun."
Sesi yüksek değildi, fısıldıyor gibiydi. Gülmeye devam ettim.
"Sen ise hayalsin."
Hafif çatılmış kaşları düzeldi. Derin bir nefes aldı. Belimdeki ellerini oynatıp beni hafif çevirdi ve omzumu omzuna dayadı.
"Arabaya kadar yürüyebilecek misin?"
Uzuvlarım uyuşmuştu. Yanımdaki hayal ürünü adamın konuşması bir fanustan duyuluyor gibiydi. Her şey bulanıktı. Midemin bulantısı geçmişti, yerini yoğun bir uykuya bırakıyordu. O kadar çok tekila shotı içmiştim ki sayamamıştım. Sekiz miydi? On muydu? Alkol komasına girebilirdim, bilincimi kaybetmek üzere olabilirdim. Belki de kaybetmiştim ve şu anda bir yoğun bakımda yatıyorken Chris'in beni bulmuş olduğunu hayal ediyordum.
Zaten uyuşmuş olan bacaklarım gücünü kaybetti; yere düşecek gibi oldum ancak kolumun altından bana sarılan kollar buna engel oldu.
"Grace?"
Gözlerim açıktı. Sadece bacaklarım çok yorgun gibiydi. Kollarımı boynuna dolamıştım. Beni sıkı sıkı tutuyordu ve endişeli gözlerle bana bakıyordu. Bir elimi boynundan çektim ve sakallarına götürdüm. Bunu yapmayı hep istiyordum ve yapıyordum. İfadesi değişmedi, endişeyle bana bakıyordu. Ben ise gülümsüyordum.
"İyiyim," diyebildim.
Derin bir nefes aldı.
"Bu böyle olmayacak."
Hafif eğildi ve kollarını bacaklarımın altından geçirdi. O ana kadar hissetmediğimi düşündüğüm bacaklarımı hissettim. Kollarım boynundaydı. Gülmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAUGHTER OF DOWNEY / CHRIS EVANS
FanfictionBu yaşıma kadar adını bile merak etmediğim adam kapıma dayanıp "Sanırım senin babanım," dediğinde tek bir cümlenin hayatımı tamamen değiştirebileceğini bilmiyordum. Yanılmışım. Chris Evans Hayran Kurgu 14.01.2017 Glaceetfeu