Karanlık ve ıssız olan bu sokak bizim sanki kalplerimizin şok etkisi yaratan kötü taraflarından bir yer gibiydi. Her adımımda yerde sıçrayarak etrafa yansıyan kiri su damlalarının etkisinde kalan sema hala tepeme berrak damlalarını akıtıyordu. Berrak su yere düştüğünde ve kirli suya karıştığında ortaya çıkan izlenmeye değerdi. Her masum ve berrak kişiler de tıpkı böyle tertemiz geliyordu dünyaya, sonra da karanlığın içine karışıyor ve karanlığın kendisini esir almasına izin verip kendini hayatın akışına bırakıyordu.
İyi mi yoksa kötü mü oldu bilmiyorum ama yaşadığım ve öğrendiğim bu şeyler bana bir şeyi hatırlatıyordu. İnsanlar asla masum değildi. Kimse saf ve berrak değildi. Herkesin içinde bir karanlık ve kötü taraf vardı. Bunu ben gördüm ve yaşadım. Kendimi hayatın tehlikelerinden uzak tutarken bir günde hayatım farklılaştı ve kendimi kötülükten korumak isterken o karanlık deliğin içine kendimi an ve an daha da çekilirken buldum.
Masum değilim.
Gerçek bir yaşam yoktu asla bu hayatta. Her yer sırlar ve gizemlerle doluydu. Çözülmesi gereken karanlık sırlar bana işaret verip kaçarken peşinden gitmemi istiyordu ve ben bu oyuna kanıyorum. Arkama dahi bakmadan kaçarak sırların peşinden giderken o sırların bana vereceği acı gerçeklerin biliminde değildim...Ama artık biliyordum. Canım eskisinden olduğundan daha çok acıyacaktı.
Gerçekler ve yalanlar yarış yapsa eminim ki yalanlar birinci olacaktı. Gerçekler o kadar ağır ilerliyordu ki insanlar daha çok merak ediyordu o acıları. En çok acı veren şeyler merak uyandıran şeyler olurdu. Gerçekler hayatımızda çok az olurken bizler yalanlar içinde yüzüyorduk. Yalan tüm benliğimizi kaplamışken bundan kaçmak bir saçmalık olurdu. Asla yalan söylemedim ve bu sahte hayata rağmen hep dürüst kalmayı başarabildim. Ama ben yalan söylemekten ve ihanet etmekten kaçarken hayat beni hiç beklemediğimiz bir yerden vurdu. Beni güvenim ve sevgim ile sınayan bu hayat bana hiç adil davrdanmadı. Hemde hiç!
Adımlarım bir korku filmini andıran ağaçların arasında ki mezar taşının karşısında durduğunda sertçe yutkundum. İşte gelmiştim. Sık sık ziyaret edecegime söz verdiğim bu mezarlığa sözümü tam olarak tutamasam da bir şekilde gelmiştim. Yanımda bana ihanet edip güvenimi yıkan biri olmadan...Tek başıma geldim.
Annemin mezarına.
Yere çöküp ağır ağır çökerek toprakları üzerinde gezdirmeye başladım ellerimi. Onu kaybettiğimde kalbimde kocaman bir acı oluşmuştu ama şimdi biraz alışmıştım. Unutmadım. Hala yokluğu yüreğimde koca bir taş gibi yerini ediniyordu. Şimdi bana gelip sarılsa ve sadece her şey geçecek Efra'm dese bunca acıya ve yaşanmışlıklara rağmen ona inanır ve dizlerinde uyurdum. Onun bir kelimesi bile içime huzurun doluşmasını sağlardı.
Mezarın başında ağzımdan tek bir kelime dahi çıkmadı. Sadece okşadım topraklarını saçlarını okşar gibi. Güzel sarı saçları vardı sanki avuçlarım arasında. Almaya kıyamadıgım bu topraklar sanki onun güzel saçlarıydı. Bunu düşünerek okşadım onun güzel toprağını.
Omuzlarımda bir ağırlık hissederken yağmurun damlaları artık rejime sertçe vurmuyor sadece saçlarıma degiyordu. Omuzlarına örtülen paltonun kime ait olduğunu biliyordum. Kokusu çok tanıdıktı. Biliyordum. Beni yine yalnız bırakmamış ismine yakışır gölge gibi peşimden gelmişti. Ah, doğru ya! Buraya gelene dek hep arkamda duruyordu... ben hissetmedim.
Ne zaman kapandıgını bilmediğim göz kapaklarımı aralayıp ona bakmadan soğutan buz tutan parmaklarımı mezar taşı üzerinde gezdirdim ve, " Üşüyor mudur?" diye sordum arka da ki bedenini hissederek. " Acaba yerinde rahat mıdır? O da beni özlüyor mudur, Aral?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGESİNDE
Mystery / ThrillerBilinmeyen bir geçmiş yaşanılmamış bir geçmiş değildi. Efra sıradan hayatında yaşanmaya başlayan anı değişimlerle, annesinin ölümünün hemen ardından onu canı pahasına korumakla görevlendirilen Aral Gökay ile geçmişin peşine düşecekti. Geçmişin kanlı...