21. Breakfast

78 6 0
                                    

"Anlatabilir misin?"

"Anlayabilir misin?"

Kafamı yere eğdim. Dayandığım tezgahtan uzaklaşıp kahvaltı masasının önündeki sandalyelerden birine oturdum. Birkaç saniye sonra yanıma geldi.

"Kendimi bildim bileli böyleyim. Her şey benim içimde saklıdır. Kimse bilmez. Yani nasıl saklayacağımı öğrendim. İnsanların görmesi gereken karanlığım değil. Ya da yalnızlığım. Hepsi bir bütün gibi. İçimde... Çok derinde. Canımı yakamayacak kadar derinde. Ruhumu daraltmaktan başka bir şey de yapmıyor. Ben... Ben birikmesini istemedim. Birazını, en azından bir kısmını içimden atmak istedim. Ama hissetmediğimi fark ettim. Hem de hiçbir olumlu duyguyu. Çoğu zaman olumsuzları da. Üzüntü mesela. Üzülmem. Üzülemiyorum. Yani herkesin söylediği gibi, hissettiği gibi, acı kalbimde değil. Sadece düşünerek üzülmem gerektiğini fark edebiliyorum. Ağlamam gerektiğini anladım. Bekledim. Onlarca darbe yedim belki. Fiziksel olarak da acı çektim. İşe yaramadı. Ağlamadım..."

"Ta ki deden..."

"...ölene kadar. Gittiğini öğrendiğimde her şey birbirine karıştı. Üzülmem gerekiyordu. Beynim bana bu komutu veriyordu. Ama kalbim dinlemedi. Ağladım. Her şeyi kusarcasına, parçalanırcasına ağladım. Ve bu kimsenin dikkatini çekmedi. Çünkü onlara göre bir nedenim vardı. Dedem... onun yasını hak ettiği gibi tutamadım. Olması gereken gibi değildi. Bir kez ağladım. Ne kadar sürdü, bilmiyorum. Ama sanki biraz mutluluk hissettim. Eskisi gibi olmayacağım dedim içimden. Hissetmeye başlamış olmalıydım ki ağlıyordum. Ve anımsadığım kadarıyla hayatımda ilk kez Bay Wilson'ın kollarında ağladım. İkinci kez yine onunla. Sanırım o bir anahtar gibi."

"Peki kendine bunu yapmanın sebebi artık bununla yaşayamayacak olman mıydı?"

Güldü. Kafasını iki yana salladı.

"Kendimi bildim bileli bununla yaşadığımı söyledim. Bu bana yeteri kadar ağır gelseydi en başından pes ederdim zaten. Ben daha ağırını taşırken yere kapaklandım. Dedem... onu gerektiği gibi uğurlayamadım. Hak ettiği gibi biri olamadım. O öldüğünde seviniyordum. Hemde kendim için. Yanına gitmeliydim. Gidip özür dilemeliydim. Ama başaramadım işte. Camı açmam mantıklı değildi. Sadece giderken temiz havayı hissetmek istemiştim. Belki bu son nefeslerimi daha değerli kılar diye düşünmüştüm..."

Kapının açıldığını belirten ses ile sustu. Onlar yanımıza gelmeden iyi olduğundan emin olmak istedim.

"İyi olabilecek misin?"

"Bunu öyle gösterebilecek kadar iyi bir oyuncuyum."

Gerçekten yüzüne ustaca yaratılmış bir gülümseme yerleştirdi ve gidip Luke'a sarıldı. Bileklerinden dolayı ellerini az kullanması dikkat çekiyordu.

Luke üzerini değiştireceğini söyleyerek içeri gitti. Ronald da onu takip etti.

"Peki ya Luke? Ona karşı bir şey hissetmiyor musun?"

"Ruhumun ağırlığını üstleniyor gibi. Yani yararı dokunuyor. Belki biraz uğraşırsak kurtulacakmışım gibi hissediyorum. Yaşam biletim o olabilir. Hem benimleyken mutlu. Bu bile yanımda kalması için bir neden."

Yanına geldim ve ona sarıldım.

"Ona çok iyi bakmalısın. Çünkü seni çok seviyor. Bunu hastaneye giderken gördüm. Seni kendinden bile koruyabilir. Ama biliyorum. Sen ona hak ettiği değeri vereceksin."

Geri çekildik. Yumurtalarla uğraşmaya başladı. Domatesleri dilimlerken onu izledim ve düşündüm.

Dışarıdan mutlu, çok mutlu görünüyordu. Her şey çok mükemmelmiş gibi bir portre çiziyordu. Kimse içindekini görmüyordu. Göremezlerdi. Onu gerçekten çok iyi gizliyordu. Yüzünde onunla bütünleşmiş bir maske vardı ve herkes ona inanıyordu. Gerçekten çok profesyonel hareket ediyordu. Bu kadar farklı olan bir insan başka türlü kendini saklayamazdı.

Belki de söylediği gibi Luke onun çıkışıydı. Birbirlerini taşıyacaklardı. Uyumları devam etmeliydi. İkisi de birbirine muhtaçtı.

Luke ve Ronald'ın içeri girdiğini bile görmemiştim. Anlamamı bir kırılma sesi sağlamıştı. Kafamı kaldırdığımda ise üzerinden yumurta süzülen bir Ronald beni karşılamıştı.

Izzy ve Luke kahkahalarla gülüyor, birbirlerini destekliyorlardı. Isabella o kadar doğal duruyordu ki bir kez daha rol kabiliyetine şaştım. Ama ezelden beri bu işi yapıyordu değil mi?

Ronald'ın elinde iki yumurta daha vardı. Onları bir jonglör edasıyla atıp tutmaya çalıştığını bilmek için biraz önceki şovunu izlememe gerek yoktu. Yine de kahkahama engel olamadım. Buz mavisi t-shirtğünden akan yumurta ve şaşkın yüz ifadesi ile fazla şirin ve masumdu. Ben gülünce o da dayanamadı ve güldü.

Izzy nefeslerinin arasından konuştu:

"Hadi koca adam sana bir t-shirt bulalım."

Izzy önde Ron arkada dışarı çıktılar. O an Luke ile kaldığımızda aklıma takılan soruyu yönelttim. Ona döndüm ve elimdeki bıçağı önemsemedim.

"Luke."

"Hıh?"

"Isabella'nın üzerinde niye senin t-shirt'ün var?"

Masadan aşırdığı salam dilimlerinden bir tanesini yutmaya çalışıyordu ve sorum üzerine öksürmeye başladı. Salam boğazında kalmıştı.

"Bu- ne demek şimdi?"

"Yani aranızda bir şey geçti mi Luke?"

Ağzını açıp konuşmaya çalışırken ondan önce davrandım.

"Ah sana inanamıyorum Luke! Kız yaralı sayılırken onunla yattın mı? Hadi o mantıklı düşünemeyecek kadar hasta, sen nasıl böyle bir şey yaparsın. Onu hiç mi düşün..."

"Dur, dur Amy! Bir şey olmadı. Sadece ateşlendi ve ben de üzerindekileri çıkarttım. Daha ince olsun diye kendi t-shirtümü verdim. Biraz sakin ol ve o bıçağı indir."

Ona kızarken defalarca elimdeki bıçağı ona doğrultmuştum. Bunun farkında değildim. Kendimi toparladım ve geri çekildim.

"Ateşlendi mi?"

"Evet, evet. Ama sorun yok. Doktorla konuştum. Normalmiş. Zaten kısa sürede toparladı.

"Bize niye haber vermedin?"

"Sabahın 4'ünde sizi arayamazdım."

"Ah Luke!"

"Bilmesine gerek yoktu."

Odada yankılanan yabancı ses Izzy'nindi. Sakindi. Kızmamıştı. Luke'un yanına geldi. Güçlü kol hemen belini kavradı.

"Yada her neyse. Boş verin! Kahvaltımızı yapalım. Kurt gibi açım!"

Seneye YoksunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin