15. Sisters

113 9 1
                                    

-Luke-

"Sizin hastanız mı?"

"Hastamdı. Artık değil. Bir yıl önce öldü."

"Öldü mü?"

Gözlerim birkaç kez seyirdi. Doktor bilekliğe baktı.

"Onu nereden bulduğunuzu ya da neden sizde olduğunu sorabilir miyim? Yakını mıydınız?"

Bilekliğin kağıdına dokundum. Bu sefer yazıları okuyabiliyordum. Mark Sulez... Isabella ile bir bağlantısı olduğu kesindi.

"Arkadaşım bu gün 3 sularında intihar etmeye çalıştı. Şu anda iyi ve odaya alındı. Getirilirken de elinde bu vardı."

Kapı açıldı ve Ronald dışarı çıktı.

"Luke, Amy'i bulmaya gidiyorum."

Açılan kapıya bakarken gözlerimin parladığına emindim. Yüzü görünmüyordu ancak hastane yatağı kesinlikle ait olduğu yer değildi.

"Arkadaşın. Sadece arkadaşın olduğuna emin misin?"

Doktorun yüzünde güven veren bir gülümseme vardı. Kafamı yere eğdim. Cevap verirken yine kaldırdım.

"Bilmiyorum."

"Bay Sulez imkansız dediğimiz yıllarda kanseri atlattı. Yıllarca yaşadı. Ben onkoloji doktoruyum. Ameliyatını ben yapmıştım. Bütün midesini aldık ancak yine de kendini toparladı. Onu kanser değil ama siroz yakınlarının kollarından aldı."

"Yakınları... kimler onu ziyaret ederdi?"

"Oğlu, oğlunun eşi ve kendi eşi devriyeli olarak kalırlardı."

Isabella'dan bahsetmemeişti. Birinci derece yakınlarını saymıştı. Peki bu adamın hasta bilekliğini neden ölürken bile elinde tutmak istemişti?

"Bir de bir kız vardı. Galiba torunuydu. Koyu kahverengi saçları vardı. Simsiyah gözleri. Okuldan çıkıp hastaneye gelirdi. Bay Sulez onu severdi. Kız onu eğlendirirdi. Acı çekerken bile güldürürdü. Vizitlerde onun ne zaman geleceğini sorardı. Ben de bugün uğrayacağına emin olduğumu söylerdim."

Durdu. Bir süre bana baktı.

"Adını da hatırlıyorum. Isabella..."

Kapıya ilerledi ve açtı. Ona baktı.

"Aynı ona benziyordu."

İçeriden çıkan hemşirenin elindeki dosyayı aldı. Baktı. Gözleri büyüdü. Şaşkın bakışları bana döndü.

"Isabella Sulez. O... O niye böyle bir şey yaptı?"

"Bilmiyoruz. Kahretsin hiçbir şey bilmiyoruz."

İçeri baktı.

"Girebilir miyim?"

Elimle içeriye davet ettim. Beraber girdik. Onu görür görmez sarılmak istedim. Yumruklarımı sıktım ve kendimi tuttum.

"Isabella."

"Bay Wilson."

Adam hızlı adımlarla yanına gitti ve oturdu. Isabella yattığı yerden kalkmaya çalıştı. Acıyan kolları ve güçsüzlüğü buna engel oldu. Doktor onu geri yatırdı.

Isabella'nın gözünden birkaç damla düştü. Bu bana imkansız gibi gelmişti. O... ağlamazdı. Bu kötüydü.

Doktor eğildi ve ona sarıldı.

"Tamam Izzy. Tamam. Geçti. Sakin ol."

"Gidemedim Bay Wilson. Dedemin yanına gidemedim. Oysa sabah ondan izin almıştım. Beni bekliyor olmalı. Oraya gitmeliyim. Bay Wilson onu çok özledim. Ona ihtiyacım var."

"Isabella, sakin ol canım. O... Zamanı geldiğinde yanına gideceksin. Henüz değil. Çok gençsin."

"Beni burada tutan hiçbir şey yok. Ama o... o orada. Buraya ait değilim. Beni kurtarmamalılardı. Çok yaklaşmıştım. Kahretsin onu hissetmeye başlamıştım."

O gerçekten çok fazla ağlıyordu. Bunu bir kez daha görebileceğimi düşünmüyordum.

İntihar eden kızlar kitaplarda tasvir edilirken ağlarlardı. Akan makyajları yanaklarını boyar, gözyaşları sıcak olurdu. O kendi bileklerini kesmişti. Dakikalarca o halde kalmıştı. Bilekleri canlı canlı dikilmişti. Ama hiç ağlamamıştı. Bir damla yaş bile yoktu. Şimdi bu adamı görünce nasıl bu kadar kolay içini dökmüştü?

Doktorun telefonu çaldı.

"Acilde kaza var. Gitmeliyim. Isabella tekrar uğrayacağım. Sakin ol güzelim. Tamam mı?"

Belli belirsiz kafasını salladı. Doktor çıktı.

Hala ondan 4-5 adım uzaktım. Sesi titriyordu.

"L-Luke."

Onun yanına ulaştım. Sakince oturdum. Yatağın kenarına koyduğum elimi tuttu.

"Luke ben..."

Ona sarıldığımda sustu. Gözyaşları t-shirtümü ıslatırken sadece saçlarını okşadım.

-Amelia-

Bahçeye çıktım ve bir banka oturdum. Sözleri canımı yakmıştı. Bir şekilde sakinleşmeliydim. 

Bir süre sadece oturdum. Evet, o bazı şeyleri bilen tek kişiydi. Ama bundan fazlası da vardı. Onu kalbimde hissedebiliyordum. Bir süre sonra diğer arkadaşlarımın yanında sivrilmişti ve beni gerçekten anlayan tek kişiydi. Zaten arkadaşlık bu değil miydi? O seni anlar ve yardım eder; sen onu anlarsın ve yardım edersin.

İşin aslı onu gerçekten hissediyordum. O bir yabancı ya da çok şey bilen bir yabancı değildi. Dostumdu. Arkadaştan da fazlasıydı benim için.

Telefonumu çıkardım ve ona gönderdiğim resimlere baktım.

Sonuçta o ayışığıydı ben günışığı. Çoğu şey de bununla ilgiliydi. Dövmeler, resimler, sözler...

Ancak öyle bir şeye denk geldim ki durdum ve sadece tekrar tekrar okudum.

"İnsanlar eğlenebildikleriyle arkadaş, anlatabildikleriyle dost, ağlayabildikleriyle kardeş olurlar."

Dosttuk. Gerçek dostlardık.

Ayağa kalktım binaya doğru koştum. Ronald bana doğru geliyordu.

"Amelia..."

"Izzy'e gitmeliyim."

Yanından koşarak geçtim ve ikinci kata çıktım. Odaya kadar yine koştum ve sertçe kapıyı açtım.

Luke yatağın kenarında oturmuştu ve Izzy onun elini tutuyordu. Kızarmış gözleri ağlamışlığını ele veriyordu.

Durmadım ve ilerledim. Birden ona sarıldım. Kahverengi saçlarına kafamı gömdüm ve kokusunu içime çektim. Dün ben ağlarken o da bunu bana yapmıştı. Ve beni sakinleştiren yine onun kokusuydu.

Kapının kapandığını duydum. Muhtemelen Luke çıkmıştı. 

 Omuzlarımda bir sıcaklık hissettim. Onu yavaşça kendimden ayırdım. Ağladığını anladım.

"İşte şimdi kardeş olduk."

"işte şimdi kardeş olduk."

O kadar güçsüz görünüyordu ki onu tekrar yatırdım. Elimi tuttu. Gülümsedi. Ancak daha fazla gözlerini açık tutamadı. Tamamen uykuya dalana kadar bekledim. Saçlarını düzelttim ve yavaşça elini çektim.

Dışarı çıkarken son kez ona baktım ve yeni kardeşime gülümsedim.

Seneye YoksunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin