12.+ Are You Ok? -Yes

98 10 4
                                    

2201'e ulaştığımda onu tamda beklediğim pozisyonda buldum. Camın önündeki geniş mermere oturmuş dışarıyı izliyordu. Kollarını göğsünün altında birleştirmiş, bacaklarını cam boyunca uzatmıştı.

Geldiğimi anladığını biliyordum. Yine de bana bakmadı. Ne yapmam gerektiğini şaşırmıştım. Sanırım ertelediğim şeyi şimdi yapmalıydım. Üstüne de gitmemeliydim. Bu onu sarsardı.

Birkaç saniye daha kapının önünde dikildim. Onu izledim.

Bu kız iki günde nasıl benim sırdaşım olmuştu? Her konuda teselli eden? Korkumu hatırladım. Bencillikten miydi? Yalnız kalmaktan mı korkmuştum? Yoksa bir insanın hayatını kaybetme dürtüsü mü sarsmıştı beni? Ya da gerçekten arkadaşını kaybetme korkusu muydu?

Sınıfta sadece ikimiz vardık. Fısıltımı bile duyabileceğini biliyordum.

Ağzımı açtım. Sesim çıkmadı. Sadece nefesime şekil verdim.

"İyi misin?"

"Evet."

Net, düz ve duygusuz bir sesle oldukça kısık bir sesle söylemişti. Birkaç adım attım. O kadar soğuk duruyordu ki... Mermer gibi. Bu ona yaklaşmamı engelledi. Yüzüme bakmadan bile beni nasıl korkuttuğuna anlam veremedim.

Bir parça daha yüksek çıkan sesimle sordum:

"Anlatmak ister misin?"

Bu sefer kafasını çevirdi. Bana baktı. Gözlerinde hiç duygu yoktu. Soğuktu. Gözleri bile. Zaten koyu renk olan irisleri iyice siyahlaşmıştı. Taş gibi duygusuz ve sertti.

"Hayır."

Aynı ses tonuyla konuştuğunda aldığı nefesler bile odayı soğutmuş gibi geldi.

"Bana ihtiyacın olursa mutfaktayım Izzy. Yalnız kalman iyi gelecektir."

Kapıya kadar sakin ve düzenli adımlarla geldim. Tam çıkarken döndüm. O zaten tekrar camdan bakmaya başlamıştı. Bana bakmıyordu.

"Kendine dikkat et."

Kapıdan çıktım ve acele adımlarla mutfaklara ulaştım. İçeri girdim. Luke ve Ronald sandalyelerde oturuyorlardı. Beni görünce Luke ayağa fırladı.

"Onu buldun mu? İyi mi? Sen gidince biraz düşündük de, o bugün çok farklıydı. Üzgün gibi. Her şey yolunda değil mi?"

"O iyi Luke. Sadece biraz yalnız kalmalı."

"Onunla konuşabilir miyim? Ben çok endişelendim."

"Luke, Izzy'le sadece bir kez görüştün. Bu ne bağlılık?"

Gözlerini kaçırdı. Ensesini kaşıdı.

"Sonuçta... Her neyse."

Ronald'a baktım. Gülüyordu. Sanırım o da benim gibi düşünüyordu. Bence Luke, Isabella'dan hoşlanıyordu. 

Tezgaha yaslandım.

"Bay Mosent'a ertelemeyi teklif etsek kabul eder mi sizce?"

Ronald:

"Atlantis ve Percy ile konuşalım. Luke da Brandon Ve Cecilia ile. Kabul ederlerse konuşuruz."

Dışarı çıktık ve diğerleriyle konuştuk. Percy'nin unlu elleri ve Atlantis'in ağzının kenarlarında kalmış çikolata sosları yüzümde bir gülümseme oluşturdu.

Onlara Isabella'dan bahsettik. Ne de olsa yakın arkadaşlarımızdandılar. Luke, Cecilia'ya filan bahsetmeyecekti. Bunu konuşmuştuk.

Luke ile koridorda buluştuğumuzda kabul ettiklerini söyledi. Percy ve Atlantis de anlayışla karşılamıştı.

Üçümüz Bay Mosent'ın yanına çıktık. Ronald bugünün biraz sıkıntılı olduğunu, eğer izin verirse yarın yapmayı teklif etti. Bay Mosent bunun üzerine biraz düşündü. Ancak kabul etti.

Luke ve Ron yukarı çıkarken ben o katta kaldım. Ronald'dan benim eşyalarımı da getirmesini istedim. Izzy'nin yanına gittim.

Hala bıraktığım halde duruyordu. İçeri bir adım attım. Kafasını hafifçe kıpırdattı ama bakmadı. Geldiğimi anlamıştı.

"Hadi Izzy. Gidelim."

"Hayır."

"Hepimiz gidiyoruz. Seni bırakamayız."

"Gelmeyeceğim. Biraz daha kalmak istiyorum.Yalnız."

En sonunda bana baktığında aynı taşlaşmış bakışlar yerinde duruyordu. Bunlar öyle bakışlardı ki içimi titretiyordu. Yine de kafamı kaldırdım ve kararlı bir şekilde konuştum.

"Izzy. Gidiyoruz."

Ona doğru ilerleyip kolunu tuttuğumda bana öyle bir baktı ki ona daha fazla dokunamadım. Korkumun gözlerimden okunduğuna emindim.

"Gelmiyorum."

Onun gibi ben de sinirlenmiştim.

"Kahretsin! Bir kez kendi kurallarını çiğne ve diğerlerine uy. Bir kez olsun beni dinle. Bu senin özgürlüğünü kısıtlamaz ya da seni güçsüz yapmaz."

Ben bağırırken sadece bana baktı ve aynı bakışlarla izledi.

"Hayır."

Dedi ve dışarı bakmaya devam etti. Sinirle çıktım ve beni bekleyen Ronald ve Luke'un yanına döndüm. Montumu giydim ve çantamı taktım.

Onların bendeki hali fark ettiklerini biliyordum ancak bunu sorgulamadılar. Zaten çıkışa gelene kadar öfkem yerini pişmanlığa bırakmıştı.

Onun bana ihtiyacı vardı ve ben sadece alınganlık etmiştim. Geri dönmeliydim.

Tam kapıdan çıkarken bunu onlara da söyledim.

"Sanırım ben kalacağım. Onun bana ihtiyacı var."

Dışarı çıktığımızda onlara sarıldım. Kapının yanındaki saksıda duran küçük ağaca dolanmış ipi almak için elimi uzattım. Ancak bir ıslaklık hissettim. Elimi kendime doğru çektim.

Avucumun ortasına damlamış bir damla kan vardı. Diğer elimle ağzımı kapattım. Luke ve Ron da bunu görmüştü. Tamamen donmuşlardı.

Yere baktım. Bunun gibi 5-6 damla daha vardı. Tam o anda ortamıza bir tanesi daha damladı. Hepimiz yukarı baktık.

Gölgelerin arasından bile belli olan bir şey vardı. Kırmızı-Beyaz bir şey. Bir kol. Ya da kesilmiş bir bilek demek daha mı doğru olurdu? 

Seneye YoksunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin