22

533 48 62
                                    

Min-cha uzun zamandır bu kadar kötü bir rüya görmüyordu.

Deliriyordu sanki. Kendini parçalıyordu, insanları paralıyordu. Önündeki binaya bakıyor ve haykıra haykıra ağlıyordu ama kimse onu duymuyordu. Kimse onun orada olduğunu bilmiyordu. Sadece kendisi farkındaydı orada olanların ama kimse onu fark etmiyordu. Önündeki kalabalığı yarmak çok zordu, artık ayakta durabilmek çok zordu, ağlamamak çok zordu ve Min-cha da neredeyse hiçbirini yapamıyordu zaten.

İleride duran üyeleri gördü. Hepsi takım elbise giyinmişti, eğer başka bir yerde olsa çok yakışıklı görüneceklerdi ama hiçbirinin umurunda değildi sanki. Herkes simsiyahtı, kendisi ise bir kefen giymiş gibi beyaz. Ama yalnız değildi.

Binanın içerisinden bir tabut çıktı.

Min-cha neredeyse haykırarak uyandı.

İlk fark ettiği şey kuruyan boğazı ve yaşlarla dolan gözleriydi. Yorgan avuçlarına dolmuştu, vücudu yanıyordu ve başı hala dönüyordu. Az önce gördüğü şeyin bir rüya olduğunu anlar anlamaz derin bir nefes aldı, bütün vücudu rahatladı ve vücudunun daha fazla dinlenmeye ihtiyacı olduğunu anladığında yeniden uzanmak için yaslandı.

Zaman ve yer kavramı yerine oturduğunda şaşkınlıkla etrafına bakındı.

Kendi evinde değildi. Sunny'nin ona aldığı pelüş oyuncaklar ve komodinin üzerinde ağrı kesiciler yoktu. Etrafı hem çok uzak, hem de bir o kadar tanıdık geliyordu ve Min-cha bir an hala rüya görüp görmediğini anlayamadı. Oda neredeyse çıplak sayılırdı, bir tek üzerinde yattığı yatağı ve bir masa vardı, kenarda ise büyük bir koltuk. Yoongi sarhoş olup kapısını tıklattığı gün onu oturtup dinlediği ve ardından üzerinde uyuduğu koltuk. Red Velvet desenli saatine baktığında saatin neredeyse ikiye gelmek üzere olduğunu gördü.

Min-cha'nın rüya görmeme olasılığı yoktu.

Yoksa daha önce yaşadığı her şey mi rüyaydı? Yoongi ile sevgili oluşu, ondan ayrılışı, şirketten atılışı, Jackson ile çıkmaya başlayışı, Yoongi'nin geçirdiği kaza... Hepsi bir rüya mıydı? Gerçi başka nasıl açıklayabilirdi ki? Olan onca şeyden sonra birden BTS'in yurdundaki odasında uyanma ihtimali yoktu, değil mi? Rüyaydı. Her şey rüyaydı.

Peki ya neden üzerinde Yoongi'nin yattığı hastaneye gitmek için özellikle seçtiği siyah kıyafetler vardı?

Min-cha kafayı yiyecekti. Yavaşça yataktan ayağa kalktı ve etrafına bakındı, telefonu yanında görünmüyordu. En son hatırladığı şey Yoongi'nin odasında ağlayışıydı, sonra ne olmuştu? Buraya nasıl gelmişti? Çok içip sarhoş olmuş olmasının imkanı yoktu, değil mi? Bu imkansızdı. Ama yurtta uyanması kadar imkansız değildi. Birinin ona acilen açıklama yapması gerekiyordu.

Çatlayan başını tutarak çoktan ezbere bildiği odada kapıya doğru yürüdü ve kapıyı açıp kendisini dışarı attı. Her şey aynıydı, her şey aylar önce hatırladığı gibiydi ve bu nedense başının daha da ağrımasına sebep oluyordu. Hiçbir şey aynı değildi aslında. Bir daha asla da aynı olmayacaktı.

Ayakta birilerine denk gelmek için kafasını çevirip adım attı, saat çok geçti ve kimin orada olup olmayacağını tahmin edemiyordu. Ama döndüğü anda karşısında ölü gibi görünen ve banyoya girmek üzere olan Hoseok'u gördü. Onu o kadar uzun zamandır görmemişti ki bir an şoka uğramıştı. Ekranlarda Hoseok hep jilet gibi giyinmiş, makyajı ve saçı yapılmış halindeydi, o kadar yakışıklı olurdu ki Min-cha bile şaşırırdı. Şimdi ise, normalden daha çok şaşırmıştı.

Hoseok ölü gibi görünüyordu.

Saçları dağınıktı, gözleri şişmişti ve gözünü açık tutmak için bile büyük bir çaba sarf ediyor gibi görünüyordu. Min-cha ne yapacağını bilememişti. Kendisi de muhtemelen çok farklı görünmüyordu ama içinden büyük bir parça ona sarılmak istiyordu, diğer bir parça da onların kendisinden nefret ettiğini söylüyordu. Kafası çok karışıktı. Bir şey söylemek için ağzını açtığında Hoseok onu fark etti.

ortak 2 || BTSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin