44. Bölüm | Hatırla

993 74 68
                                    


Bölüm 44: "Hatırla!"

Fotoğraftaki Zebani'ydi ve biraz sonra başını çevirip bana bakmaya başladı. Üflediği dumanın gölgelediği yaralı yüzündeki korkunç sırıtışı gördüm. Fotoğraf elimden kayıp düştü, bir el saçlarımı kavradı ve başımı geriye çekti. Yüzüm tavada doğru çevrildiğinde iblisin şarkısını bir karış uzağımda duydum.

"Mercan Zebani'yi buldu. Sıra Zebani'de..."


Gözlerimi kırpıştırarak tuzlu bir yaşın akmasına neden olduğumda gözyaşım cılız bir parmak tarafından hunharca yakalandı. Kutupların soğuğundan nasibini almış soluk ten yanağımı süpürüp geçerken tırnaklarından katranlar döküldü.

Geriye düşmüş başımla zorlukla yutkundum, boğazımdaki düğümlenmiş organlarımın hareketi ilgi odağı oldu. "Sıra hala bende..." diye mırıldandım. "Hala seni bulmadım."


Kararlı kelimelerim bir urgan misali dolanıp onu uzağa fırlattı, İblis karanlıklar ardına geri kaçarken tazelenmeye hazır anılarımdan korkup yok olacağını düşündüm ancak aksine, kolilerden birinin aniden üzerime doğru fırlatılması ile neye uğradığımı şaşırdım ve çığlık çığlığa yere çöktüm. İki büklüm bedenimin hemen üstünden uçan karton parçası duvara çarpıp dağıldı. Tangırdayıp kırılan eşyaların arasında başıma çarpıp yerde yuvarlanan sarı bir top gördüm. Yuvarlandı, yuvarlandı ve gerisin geri karanlığa karıştı. Lakin durmadı.

Yüzüme bulaşan tozları silkelerken tekrar fırlatılacak bir koliye karşı tedirginlikle bekliyordum ancak bir sonraki hiç gelmedi. Ellerim, bakışlarım karanlıktaki hareketlilikten ayrılmadan fotoğraflar ve kasetler üzerinde dolandı. Onları kutuya sıkıştırdım ve kapağını hızlıca kapattım.

Ona ihtiyacım vardı.


Rutubetli, hafif nemli zeminde kendi kendine sekmeye ve dönmeye devam eden sarı topun bana ne çağrıştırması gerektiği ile ilgilenmedim. Top yuvarlandı ve karanlıktaki oyun oynamaya meraklı çocuk tarafından bana doğru yuvarlandı. Dizlerime çarpan sarı topun dahi canlanabileceğine inandım. Tepemdeki ışık sallandı, önce yüzüm tamamen aydınlıkta kaldı, sonra ben karanlığa hapsolurken kısacık bir an karşımdaki varlık açığa çıktı.

Sarımsı ışık ona vurduğu anda ilk gördüğüm şey duvarda devasa bir lekenin olduğuydu. İki kolinin arasından gördüğüm karanlık yüz hatırladığımdan farklı değildi. Soluk, çatlak ve oldukça ölü bir ten; üzerine yerleştirilmiş iki koca siyah bilye, sivri dişler, çarpık bir gülüş... Ayakları olmayan kara bedeni bedeninden yayılan siyah dumanlar arasına karışmışken upuzun elleri ardındaki duvara tutunmuştu. Saçları, devasa bir örümceğin kıllı bacakları gibi çarpık bir şekilde duvarda dağılıyordu.

Kalbimi ağzımda attıran görüntünün ardından lamba tekrar üzerime doğru çevrildi, sallantı devam etti, ışık karşıya gitti ama varlığı tekrar görmeyi beklediğim yerde sadece boşluk gördüm. Kaybolmuştu. Ardından adım öncekilere nazaran titrekçe fısıldandı. Ninni artık bitmişti, sözlerim, bir bebeği avutmayı amaçlayan ritmik nakaratları durdurmuştu. Şimdi bana çaresiz dinginliğim ile sesleniyordu. Kutuyu kaptığım gibi kolumun ardına sıkıştırdım. Ayağa kalkmam ile birlikte lambanın patlaması bir oldu.


Karanlıkta öylece kalakaldım, saçlarımı çekiştiren varlıkla çığlık çığlığa koşmaya başladım. Kendi bodrumumuzdan çıktım ancak apartman merdivenlerine ulaşmam için önümde upuzun bir yol vardı. Adımlarım ardı ardına atıldı, titreyen dizlerim tökezlememe neden oldu. Saçlarım geriye savrulacak kadar hızımı arttırmıştım ancak bu, kaçmamdan çok düşüşümün ağırlaşmasına neden oldu. Ayak bileğimin ardından dolanan parmaklar ile aniden geriye doğru çekildim ve yüz üstü sert bir şekilde kapaklandım. Gözlerimi sımsıkı yumup çığlık attım, düşüşün etkisi ile avuç içlerim de yere çarptı. İlerideki apartman ışığına doğru çaresizce bakındığımda, yerde yuvarlanan bir kaplumbağa gördüğüme yemin edebilirdim.

Lanetli Kan | I-II ve IIIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin