26. Bölüm | Gecenin Tutulanları

1.2K 98 10
                                    

Bölüm 26: ''Gecenin Tutulanları''

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm 26: ''Gecenin Tutulanları''

Gecenin sükûnetini mavi ve kızıl ışıkların ardı ardına yükselen dansı süslediğinde, sonunda ıstırapların son bulacağını ve huzurun yakın olduğunu ummuştum ancak ne yazık ki cehennemin şeytanları hâkimiyetini ilan edip ardından üç ceset bırakarak yok olmuştu.

Polis aracı ve ambulans, alelacele bir şekilde yetmiş ikinci evin önüne park ettikten hemen sonra hızlıca eve girmiş ve dakikalar sonra üzerinde beyaz örtülerin olduğu kabarık sedyeler ile evden çıkmışlardı.
Örtülerin sol tarafının kıpkırmızı olduğunu gördüğüm anda, şakaklarımın ardında kemik kırılma sesleri duymaya başladım. Kırılan kemikler, birbirine çarpan dişler, kanın kirli kokusu ve bir baltanın kabarık suç listesi...

Saklandığım bahçe duvarının ardından çıkarken, yüzüme çarpan mavi ve kırmızı ışıkların arasında gördüğüm iki cesede doğru ilerlemeye çalışıyordum. Adımlarım benden bağımsız bir halde kızıl örtülü sedyeye ilerliyor ve uzanıp oradaki canlara dokunmak istiyordum.

''Benim suçum,'' diye fısıldamak ve özür dilemek istiyordum. Ruhları hala buradaysa ve beni duyabiliyorlarsa onlara yardım edemediğim için özür dilemek istiyordum.

Sedyelerden biri ambulansa bindirildiğinde, tekerleklerin ani kıvrılması sonucu küçük bir tıkırtı sesi yükseldi. Sedye sekti, üzerine örtülmüş kirli örtüyü hafifçe sağ tarafa doğru kaydı. Sağlık görevlilerinden birisi sedyenin yanına çıkıp örtüyü düzeltmeye çalışırken takıldı ve örtüyü kendisiyle birlikte çekiverdi.

Aynı anda sıyrılan örtünün arasından bir çift göz ile gözlerim kesişti. Donuk, ferini kaybetmiş ve akını açığa çıkarmış gözler şimdi beni suçlar bir halde üzerime dikilmişti. Alnına yapışmış saçlarından hala kan damlıyordu; başı sanki yaslanıp okşamak istiyormuş gibi kesilmiş koluna doğru düşmüştü. Yüzüne vuran ışıklar sebebiyle ifadesini net bir şekilde görebiliyordum. Ölmeden önce korkuyla kıvranan mimikleri, şimdi gerçek anlamda nefretle bakıyordu bana.
Açık kalmış dudaklarının arasından sızan kan, lal olmuş bedenini açık ediyordu ama onu duyabiliyordum. ''Senin suçun!'' diyordu. ''Bu senin suçun...''

Ve kan o kadar yoğundu ki, gözlerim bunu görmemi istemiyormuş gibi aniden kararıverdi. Görüşüm, gün ışığı gibi kendini belli eden renkli ışıklara rağmen siyaha boyandı. Rüyalarımda görmüş olmama rağmen, kadının kesilmiş kolunu, etlerinin arasından belli olan kırık kemiğini ve kanlı derisini görünce midem bulandı. Ne kadar uzun süre bakarsam bakayım sanki ilk defa görmüşüm gibi karnımdan yukarıya iğrenç bir sıvının yükseldiğini hissettim.

Artık biliyordum; rüyalarım gerçekleşmişti, ben planlanmış bir cinayeti görmüştüm ve engellemek için hiçbir şey yapmadığımdan ötürü gecenin katillerinden biri olarak bir ailenin ölmesine neden ölmüştüm.

Ben ölümleri görmüştüm, hayal veya gerçek; ben ölümleri görmüştüm.

Araçlar harekete geçmeden önce oradan koşarak uzaklaştım. Bugün defalarca kez bu evlerin arasından kaçmış olmama rağmen hiçbir kaçışımda gerçek anlamda sorunlarımdan kurtulamadığım gibi hepsi gittikçe daha da kötüleşmişti.

Artık, olduğum yere yığılıp acı içinde Azrail'e yalvarmaktan başka bir çarem yokmuş gibi hissediyordum. Ara sıra tekleyen ve çok daha öncelerden patlayıp tamir edilmemiş olan sokak lambaları yüzünden geçtiğim yerler gittikçe daha da kararıyordu ancak gözlerim zaten çoktan ölüm perdelerini çekmişti.

Artık, gözlerim yok olsa da bunları görmesem, diye düşündüm çünkü görmem tenimi yakmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı. Ne kadar süre koştum bilmiyorum ancak daha önce dolmuşla geldiğim yolların neredeyse yarısını koşarak geçtiğimi, led ışıklar ile aydınlatılmış bir tabelayı görünce anladım. Ciğerlerim havasızlıktan, sıska bedenim dakikalardır koşuyor olmamdan ve bacaklarım yorgunluktan kendi kendine şikâyetçiydi ancak durmak istemiyordum. Durursam gittikçe kaybedecekmişim gibi hissediyordum.

Durağa ulaşabileceğimi umarak koşmaya devam ettim, adımlarım yorulduğumdan ötürü gittikçe yavaşlıyor ve bileklerim sık sık burkuluyordu. Yine de devam ettim, bir sokağın köşesini döndüm ancak aniden duvarın yanında duran şeye çarpmamla birlikte acı içinde geriye doğru yalpalamam bir oldu.

Bulanık görüşüm nedeniyle karşımda ne olduğumu dahi anlayamadan geriye doğru düşerken bileğimde hissettiğim ani baskı ile tersi yöne büyük bir kuvvetle çekildim ve aynı şeye ikinci defa çarptım. Yüzüm, soğuk bir yüzeye yaslandı ve kendi nabız seslerimi duyduğum kulaklarımda ikinci bir kalp atışı duydum. Alnımda, yaslandığım yerden nükseden bir kalp atışı hissettim.

Hızla inip kalkan göğsüm nedeniyle omuzlarım sarsılıyor ve tüm bedenim adeta titriyordu. Aniden durmamdan ötürü birkaç saniye şoka girmiş gibi soluklandım ancak biraz sonra bacaklarım aniden gücünü kaybediverdi. Dizlerim bükülürken, bileğimdeki baskı tekrar kuvvetlendi ve bu defa diğer elimin dirseğinde ikinci bir baskı hissettim.

Yaslandığım kişi beni sıkıca kavrayıp düşmemi engelledi ve ben o anda gecenin bir yarısında yabancı bir bedenin kolları arasında olduğumu algılayamadım. Ellerim istemsizce başımı yasladığım göğse doğru uzanıp koyu renkli ceketi sıkıca kavradı. Parmaklarım pençe misali dolanıp elimin altındaki kumaşı buruşturdu.
''Kim bu kız?'' diyen tok bir ses işittiğim sıra nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Başımı zoraki kaldırdım, sokağın karanlık olmasından dolayı kime tutunduğumu göremedim ancak onun bir hayli uzun bir erkek olduğunu anlayabilmiştim.

Her ne kadar dengemi sağlayamamış olsam da, üzerimdeki baskıyı hızlıca ittirip karşımdaki kişiden birkaç sarsak adımla uzaklaştım. Düzensiz soluklarım ve ayakta durmamdan şikâyet ederek bükülüp duran bacaklarım ile oldukça savunmasız ve çelimsiz görünüyor olmalıydım ki, soruyu soran kişi kendi kendini yanıtladı.
''İlkokul bebesi herhalde, boş verin.''

Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildikten hemen sonra gözlerim hızlıca sesi takip etti. Başına siyah bir bere geçirmiş, petrol yeşili saçlarının bir kısmını saklamış olan ve soğuk havaya inat omuzlarından düşmüş olan ceketi ile sıska kollarını açığa çıkaran genç bir erkekti, konuşan kişi. Bakışlarını üzerimden çeker çekmez iki parmağı arasına sıkıştırdığı sigarasını dudaklarına yaslayıp derin bir nefes çekti. Çubuk gibi görünen sigaran kızıl bir ışık yayıldığı sıra, aynı anda farklı noktalarda beliren ışıklardan anladım ki, karşımda neredeyse altı-yedi kişilik bir grup vardı. Hepsi sigara içiyor olmalıydı, tepelerinde açık renkli bir bulut oluşmuştu.

Biri yerde yığılı olmak üzere çevrelerinde birkaç tane motor vardı. Belalı bir tip olduklarını anlamak için fazla bir göz gezdirmeme gerek yoktu, saat neredeyse gecenin dördünü geçmişti. Bakışlarımı hızlıca üzerlerinden çekmeden önce çarptığım kişiye bakma gafletinde bulundum.

Uzun boylu, incecik bacaklara ve geniş omuzlara sahip birisiydi ve çarpıştığımız andan beri gözleri üzerimdeydi. Sokak lambalarının evlerin çıkıntılarından oluşturduğu gölgeler çocuğun yüzüne düştüğü için başını neredeyse göremiyordum ancak duruşu ve vücut yapısı çocuğun bana tanıdık gelmesi için yeterli gelmişti.

Bir süre öylece bana baktı, arkasındaki arkadaşları omzuna vurup işine geri dönmesini söyledi ancak o bana bakmaya devam etti. ''Hadi, topla şu döktüklerini!'' Kaşlarım ağırca çatıldı, sızlayan boğazıma rağmen zorlukla yutkundum. Çocuk, tuhaf bir sakinlik ile ağırca eğildiği sırada başı gölgelerin arasından sıyrıldı ve arkamdan vuran ışıkla birlikte yüzü seçilebilir hale geldi. Önce, kapüşonun gölgesi sadece çene hattını görmeme neden olsa da, sonra tüm yüzünü seçebildim.
Onun kim olduğunu biliyordum.
Onu tanıyordum, bilakis o da beni tanımıştı.
Sorun şuydu ki, saat dördü çoktan geçmişti.

Eğildi, uzun parmakları ile yere dökülmüş poşeti ve içinden saçılan beyaz tozları toparlamaya başladı. ''Tek bir tane dahi eksilmesin sakın,'' diyerek dalga geçen arkadaşları, ''Ben olsam torbayı tutardım,'' diye kendi arasında dalga geçedururken bende Ege'nin yerdeki beyaz tozları sessizce toplayışını izledim.

Ben düşmeyeyim diye aniden bileklerime asıldığında, elinde tuttuğu torbayı düşürmüş olmalıydı. Torbadaki beyaz tozların ise ne olduğu meçhuldü, benim için.
Yaşadığım anlık şaşkınlığı atabildiğimde, Ege'de toparlanıp poşetin ağzını bağladı ve arkasındaki arkadaşlarına verdi. Ben hala daha öylece dikildiğimden ötürü olsa gerek, ''Biri şu kızı göndersin,'' diyen çocuğa hitaben Ege birkaç adımla yanıma yaklaştı. Tamamen açığa çıktığında, Ege'nin gerçekten burada ne aradığını sorgular oldum.
''Burada ne işin var senin?'' diye sorarken de, aynı duyguları beslediğimi açık etmiş oldu. Üstüne, oldukça öfkeli görünüyordu.
''Özür dilerim,'' diye mırıldandığımda, biraz önce düşmeyeyim diye yakaladığı bileğimi şimdi ani bir hızla yeniden kavrayıp beni arkadaşlarından tersi bir yöne doğru sürüklemeye başladı.
''Nereye gidiyor bu ibne?'' diye söylenen arkadaşlarını umursamadan beni daha aydınlık bir alana doğru çekip sonra aniden savurdu. Benden kat be kat güçlü olmasından ötürü, savurduğu yere doğru sürüklendim. Zaten yorgun olan bileklerim beni ayakta tutamayınca da duvara yaslandım.
''Ne işin var kızım senin burada!'' diye bağırdı biranda.

Kapüşonunu bir hırsla başından çekiştirip sarı saçlarını dağıtırken, sokak lambalarının ışığı ile şakağındaki yarasını belli belirsiz gördüm. ''Saatin kaç olduğundan haberin var mı senin ha?'' diye bağırdı, tıpkı hala evde olmadığımı öğrenen annemin vereceği tepkileri taklit ederek. Kızgın bir ebeveynden farksız tavırları ile -beni savurmasından dolayı aramızda oluşan üç adımlık mesafeyi hızlıca kapattı ve üzerine sinen sigara kokusunu net bir şekilde duyabileceğim kadar yakınıma girdi. Başımı geriye atıp öfkeden belirginleşmiş damarlarını seyrettim.

''Bu saatte ne b*k yiyorsun burada?'' Aniden kısılan sesini yakınlığımıza yorsam da, bağırması kadar etkili olan fısıltısı yutkunmama neden oldu. ''Şey,'' diye mırıldandım. Kısacık bir an ne yaptığımı düşündüm. ''Hiçbir şey...'' derken de kendimden utandım.
''Gecenin bir yarısı hiçbir şey yapmamak için mi buraya geldin? Nerede oturuyorsun sen?''

Üzerime eğildiğinden ötürü yüzüme vuran ışığı kesiyor ve ardından vuran ışıkla birlikte sarı saçlarının ayrılmış her bir tutamını parlatıyordu. Başının ardından vuran ışıkla onun da yüzü gölgeliydi; kirpiklerinin kıvrımları elmacık kemiklerine düşüyordu.
''Buradan uzakta,'' dediğimde öfkesine tuz biber eklemişim gibi dişlerini sıktı. Kasılan çenesiyle birlikte ellerinden birini yumruk yapıp ardımdaki duvara yasladı. Esen soğuk rüzgârla birlikte saçlarımız savruldu.

Başımı çevirip, yüzümün biraz uzağına yasladığı eline baktığımda, kolundaki damarlar daha da belirginleşti. Onu bu kadar kızdıracak ne yaptığımdan emin değildim ancak aynı soruları ona sorabileceğimi düşündüm. ''Sen burada ne yapıyorsun?'' dediğimde tek kaşı havaya kalktı. ''Sana ne?''
Benim kaşlarım da şaşkınlıkla havalandı. ''Şey, sadece...'' dedim ve sonra boğazımı temizledim. ''Geç bir vakitte sende dışarıdasın ve...'' Başımı yeniden eline doğru çevirdim. Tozları toplarken eline yapışmış beyaz tanecikleri işaret ettim. ''O torbada ne vardı?''

Lanetli Kan | I-II ve IIIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin