27. Bölüm | Ölüm Peşinde | Kısım 2

1.1K 99 34
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Simsiyah duman, sanki ucundan iple çekiliyormuş gibi belli bir rotada ilerleyerek ardında kara isler bırakıyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Simsiyah duman, sanki ucundan iple çekiliyormuş gibi belli bir rotada ilerleyerek ardında kara isler bırakıyordu. Uzansam tutacak ve avuçlarımda sıkabilecekmişim gibi görünen dumanlar, yeniden eteklerimin ucuna, oradan da bileklerime dolanarak tenime temas etti. Değdiği yerlerdeki tenim, sanki buz tutmuş bir lav dokunmuş gibi adeta donup, simsiyah bir leke ile kaplandı. Kömürden daha kara, gittikçe yayılan bir is gibi parmak uçlarımdan ve bileklerimden başlayarak tüm koluma yayılan bir is harmonisi baş gösterdi. Kollarım, tıpkı bir mendilin suyu emdiği gibi kendiliğinden siyaha boyanmaya başladı.

Kollarıma hayretle bakakalırken aniden eteklerimi bırakıp ellerimi çırpmaya başladım. Sanki vurup parçalasam dağılacakmış gibi duran lekeleri kendime vura vura çırpmaya çalıştım.

''Neler oluyor?''
''Aha! Kız kafayı yedi, kendini dövüyor.''


Karanlık tenim gittikçe çoğaldı ve ben korku içinde sızlanıp kendi kendime vururken etrafımda dolanıp duran dumanlar aniden gözlerim önünde tekrar harekete geçti. Bunun mümkün olduğuna inanıyor olsaydım, havada süzülen kara dumanların arasından bir çift siyah gözün bana baktığını söyleyebilirdim ancak yaralı zihnim, hayal gördüğümü varsayarak çığlık attı. Dumanlar arasındaki göz, saniyeler içinde yok olurken dumanların şakaklarıma saplandığını hissettim.

Bir koridorla karşılaştım. Yalnızca saliseler önce öğrencilerle dolu olan koridor şimdi gece çölünü andırır bir şekilde tamamen sessizdi. Sanki henüz ilk derste değilmişiz de, okulun kapandığı vakitlerden çok daha ileride, ayın gökyüzüne çıktığı bir vakitlerdeymişiz gibi koridor karanlığa bürünmüştü. İleride, nereden geldiği bilinmeyen beyaz bir ışık vardı ve bu, gittikçe yükseldiğinden koridor loş bir şekilde aydınlanıyordu.

Ayaktaydım, biraz önce dolabımın önünde olmama rağmen şimdi, bizim okulun duvarlarına hiçte benzemeyen bir koridorun ortasında dikiliyordum. Üzerimde hala okul formam, kollarımda hala fermuarının yarısı açık çantam vardı. Bakışlarım etrafımda dolanırken, yanaklarımdan süzülen damlalar ile hala daha ağlıyor olduğumu fark ettim. Biraz önce şakaklarım saplanan ağrılar, şimdi algılama yetimi kazanmam için silinmiş gibiydi.

Birkaç adım ilerledim ve loş ortamda, nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Duvarlardaki panolarda henüz ilkokul çocuklarının çizebileceği komik resimler asılıydı. Soldaki duvarda padişahların portreleri, sağdaki panoda ise el işi malzemeleri ile yapılmış ağaç, bulut ve ev benzeri çizimlerin olduğu bir pano vardı. Hala bir okuldaydım ve bu koridorlar, bana oldukça tanıdık geliyordu.
Sağdaki duvara yaklaştım ve çocukların çizmiş olduğu resimleri incelemeye başladım. Birinde, basit bir güneş, dağ ve ev üçlüsünün çizimi varken diğerinde top oynayan bir çocuk resmedilmişti. Bir resimde kırmızı ve mavi desenli kıyafetleri ile süper kahraman çizimleri, diğerinde ise farklı tiplerde araba modelleri vardı. Parmaklarım usulca çizimlerin üstünde dolaşınca, parmak uçlarımın gezindiği her bir boya darbesinde, boyaların parmaklarımda yumuşak bir etki bıraktığını hissettim. Ellerim kağıt parçalarının üzerinde ilerlemeye devam ederken, genel olarak canlı renklerin kullanıldığı resimlerin altındaki isimleri de okuyordum.

Mira Keleşoğlu
İskender Bahçe
Mehlika Erdoğan
Rumeysa Biçen
Zürafa Seyfullah
Ve
Mercan Solgun
Parmaklarım aniden kötü bir el yazısı ile yazılmış olan
Mercan Solgun yazısının üstünde duraksadı. Kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken, gözlerim hızlıca beyaz kâğıt üzerine resmedilmiş çizime kaydı.

Renkli çizimlerin aksine, onca resmin arasından kendini açıkça belli eden kapkara bir çizim karşıladı beni. Simsiyah bir siluet resmedilmişti, kâğıdın tam ortasına. Bir gölge ifade edilmek istenmiş gibi duruyordu ancak siyah boyalarla çizilmiş gölgenin arasında upuzun tırnaklara sahip bir el uzanıyordu. Eller, sanki çamurun içinden çıkagelmiş gibi görünürken parmakların biraz üstünde bir çift parıltılı göz vardı. Göz çukurlarından alevler fışkırıyormuş, ancak bu alevler kutupların soğuğunu taşıyormuş gibi masmavi resmedilmişti.

Gölge, tıpkı bataklığa saplanmış ve elleri günaha davet için uzanmış bir varlığı andırıyordu. Gölgenin hemen yanında ise gülen bir kız çocuğu resmedilmişti.

Arkadaş gibi, diye düşündüm. Gölgenin bir eli küçük kızın omzuna dolanırken, küçük kız da elinde tuttuğu çiçeği gölgeye doğru uzatıyordu. Yakındılar, arkadaş gibiydiler. Ancak küçük bir kız çocuğunun neden böyle karamsar bir çizim yaptığını anlayamadım o an. İşin tuhaf yanı, resmin altında benim imzamın olmasıydı.

Parmaklarımda hissettiğim yumuşak dokunun ardından elimi çizimin üstünden kaldırdığımda ise, parmak uçlarımın simsiyah boya lekesi ile kaplandığını gördüm. Elimi açık renkli eteğimin uçlarına sürüverdiğimde, boya lekesi bu defa kıyafetlerime sıçradı.

Tamamen karman çorman olmuş düşüncelerim ile yeniden koridorda ilerlemeye başladım. Koridorun sonundan gelen ışığa doğru yönelen bakışlarım, biraz sonra ayaklarıma çarpan soğuk sıvı ile yere düştü. Ayakkabılarımın içine dek girebilecek yüksekliğe ulaşmış bir su birikintisi ile karşılaştım. Çoraplarımın ıslandığını hissettim, gözlerim ile yerdeki birikintiyi takip ederek suyun nereden geldiğini anlamaya çalıştım.

Belki de bir musluk açık bırakılmıştı ve sular lavabolardan dışarıya taşmıştı...
İleride bir yerlerde hala daha akan bir su sesi olup olmadığını yokladı kulaklarım. Tamda bu sırada bir süredir duymaya başladığım bir ses yankılandı koridorda.
İsmimi fısıldıyor, çok uzaklardan gelen sesine rağmen çağrısında ki o naif tınıyı anlayabiliyordum. Adımı ikinci defa seslendiğinde, tenimi sıyırıp geçen bir esinti hissettim. Dişlerim hafifçe takırdadı, suya bastığımı önemsemeden sesi takip ederek koridorda ilerlemeye devam ettim. Suya çarpan her bir adımımda sıçrayan su damlalarının sesi koridorda yankılandı. Ağır ağır sesi takip ettikten sonra, ışığın yükseldiği alana geldim. Tüm zemini kaplamış su birikintisi, yansımamın bir kısmını pürüzlü bir şekilde ortaya koyarken başımı kaldırdığımda gördüğüm bir diğer yansımam ise korkuyla nefesimi tutmama neden oldu.
İrkildim, birkaç adım geriledim ve elimi telaşla dudaklarıma örttüğümde aynı anda hareket eden yansımamdan daha çok korkup çığlık attım.

Karşımda, ışığın hemen yanında bulunan devasa bir ayna vardı. Ardımda uzanıp giden bir diğer koridoru aynı şekilde yansıtıyor ve belli belirsiz etrafımı çevrelemiş beyaz dumanların arasında kaybolmuş bedenimi kusursuzca yansıtıyordu.
Ancak bir farklılık vardı.
Bedenim aynıydı, duruşum aynıydı, omzumdan yere düşmek için çırpınan çantam bir ikizi varmışçasına sallanıyordu ancak koparıp atamayacağım bir kusurum yansımamda tamamen karanlığa bulanmıştı. Aynadaki yansımamda, parmak uçlarım kömüre batırılmış gibi simsiyah olmuştu. Gözlerimin çevresi, sanki koyu renkli gözyaşları akıtmışım gibi halka halka koyulaşmıştı. Saçlarım, normalde en açık kahve tonlarında, dirseklerime dek dökülürken şimdi sanki suyun altındaymışçasına havalanıyor ve saç diplerimden itibaren kararıp siyaha dönüşüyordu. Göz çukurlarım, ağlamaya devam eden bir yas kurbanının gözleri gibi solgunlaşıp karardıktan biraz sonra, gözbebeklerim ak kısımlarıyla beraber tamamen siyaha bulandı.

Yansımam, olması gerekenden çok daha farklı bir şekilde görünüyordu; ürpertici bir hayalete dönüşmüşüm gibi, uç noktalarım karaya çalmıştı. Başka bir varlığa benziyordum.

Korkuyla geriye doğru adımlayıp, aynı zamanda ellerimi –sanki yansımanın bana ait olup olmadığını anlamaya çalışıyormuşum gibi- öylesine havada salladım. Ben geriledikçe, yansımamdaki beyaz dumanlarda kararıp çevremi kuşatmaya başladı. Simsiyah dumanlar, bir girdap misali dönüp gövdemde toparlandı. Birleşip, göğsümde toplanan dumanlar, bir karartı halinde kendi içinde bükülüp çoğalırken gittikçe büyüdü ve gözlerimden dışarıya fışkırmaya başladı.

Yansımamdan kaçmak istercesine geriye doğru adımlar attığımda, gözyaşları ile sulanmış gözlerimde uzaklaşan yansımamı net görememeye başladı.
Gözlerimden, dudaklarımdan ve hatta burun ve kulak boşluklarımdan fışkıran kara dumanlar biranda toparlandı ve sanki bedenimin içinden bir ip yardımıyla çekilip çıkarılmış gibi kara dumanlarla kaplı bir hayalet sökülüp atıldı. Aynanın içinde, bedenimin hemen önünde teni oluşmakta zorlanan bir başka beden belirdi. Tamamen simsiyah olan, gözleri yalnızca ışığın kırılmasıyla belli olan ve saçları, sonsuza dek uzanıp gidecekmiş gibi havalanıp duran bir varlıktı bu.
Bedenimin içinden karaya çalmış ruhum çekip çıkarılmış gibiydi. İçimden bir varlık söküp atılmıştı.
Bedenim sanki ikiye bölündü.
Ellerimi çevremde dolandırıp, varlıktan kaçmaya çalıştım ancak varlık gerçekte karşımda değildi; aynanın içindeydi. Biraz sonra ise bana doğru adımlıyormuş gibi görünebileceği şekilde hızlı adımlar ile ilerlemeye başladı. Aynanın içinde hareket etti, bedeninin arkasından kara dumanlar – bir mumun alevinin rüzgârda savruluşu gibi- savruldu. Saçları geriye doğru uçuştuğunda ise yeni oluşmuş teni de açığa çıktı. Soluk, çatlak bir tendi bu. Tıpkı, ölü bir kız gibi...

Korkup yeniden çığlık attığımda, sesim koridorda defalarca yankılandı. Biraz sonra ise her bir adımında dumanlarından dağılmasından dolayı ayakları yok olan varlık mucizevi bir şekilde aynanın içinden çıkıp bulunduğum koridora süzülüverdi.

Telaşla ve korkuyla geriye doğru adımlamaya devam ederken aniden takılıp yere düştüm. Etrafa sıçrayan su ile birlikte kıyafetlerim hızlıca ıslandı ve soğuğu iliklerime dek hissettim. Varlık, aynanın yalnızca birkaç adım ötesinde, koridorun en başında öylece dikildi. Bedeninden etrafa saçılan kara dumanları daha önce görmüşüm, hatıralarımda hep saklamışım ve açığa çıkacağını anı beklemişim gibi bir tanıdık hisle doldu içim.
Daha önce gördüğün bir kareyi, yeniden gördüğünde duyduğun o his, gözlerimin ardından beni uyardı ve ben, karşımdaki bu varlığı çok derinlerde tanıdığımı anladım.

Onu tanıyordum ve görünüşe bakılırsa o da beni tanıyordu.
Düştüğüm yerde tamamen savunmasız hissediyor ve varlık üzerime saldırırsa diye tir tir titriyordum. Gözlerime baktığı sürece, etrafa derin bir koku yayıldığını hissettim. Dudaklarıma metalik bir tat düştü, ekşi bir koku burun direğimi sızlattı.

Yıllar öncesinden duyduğum bir koku olduğuna emin bir şekilde varlığa bakarken, onun bana gülümsediğini hissettim. Tıpkı eski bir dostu yeniden karşılar gibiydi. Gülümsedi, çarpık dişleri ve soluk teni belirginleşti. Gözlerinden buzul alevleri fışkırdığında ise, onu çizimlerimde yaşattığımı fark ettim.

Mercan Solgun imzalı bir çizim ve çizimlerimde var olan bir varlık...
Yeniden karşımdaydı.
Tıpkı eski bir dostu yeniden karşılar gibi...


Bir rüyadan uyanır gibi aniden gözlerimi açtıktan hemen sonra, hala daha dolabımın önünde, yere diz çökmüş bir halde çığlık çığlığa çırpındığımı fark ettim. ''Hayır, hayır!'' diye sayıklayıp ellerimi yere vuruyor ve uzun saçlarımı çekiştiriyordum. Epilepsi atakları gibiydi... Kriz geçiriyor gibi yerde tüm bedenim kasılmış halde çırpınırken tüylerimi diken diken eden bir hayal âleminde sayıklıyordum.

Aniden durdum, ne yaptığımı yeni fark ediyormuşum gibi sessizleşip soluklandım.
''Aha, kız delirdi!''
''Arkadaşlar Mercan delirdi!''
''Sanırım şoka girdi.''
''Hayır, o sinir krizi geçiriyor.''
''Neyse ne, Mercan deli!''
''Bu kız cidden deli!''
''Deli, deli, deli, deli...''


Durup etrafımdaki insanların sesini dinlediğimde, duyduğum şeyler tam olarak buydu ve benim tüm bunları inkâr edecek gücüm yoktu.
''Kızla dalga geçe geçe kızı delirttiniz.''
''Basit bir şakayı kaldıramayacak biri olduğunu bilmiyorduk.''
''Deli olduğundandır.''
''Saçmalamayın, bu şakayı yapanın suçu.''

Lanetli Kan | I-II ve IIIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin