24. Bölüm | Sağlama | Kısım 2

1.1K 96 31
                                    

Soğuk bir rüzgâr, basamakları inip kapılar ardımdan kapandıktan sonra tuzağına kurban düşürmüş avcı misali etrafımı çevreledi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Soğuk bir rüzgâr, basamakları inip kapılar ardımdan kapandıktan sonra tuzağına kurban düşürmüş avcı misali etrafımı çevreledi. Dağılan uzun saçlarımı toparlayıp etrafıma bakındım. Tıpkı rüyamdaki eve benzeyen pek çok bahçeli evin yol boyunca sıralandığını gördüm. Bu evler, adına 'dört yüz evler' adı verilen lüks sitelerdi aslında. Üç sıra halinde her biri birbirinden farklı modellerde pek çok bahçeli ev vardır. Bazıları ahşap kaplama, bazıları ise bakımdan geçtiği belli olan özel mermer desenlerle çevriliydi. Sağ taraftaki sıraların çoğu koyu ahşap rengini tercih etmiş evler olduğu için ilk o yöne doğru ilerledim.

Zebaninin kömür karası tırnakları ile ahşap duvara yaslandığını hatırlıyordum.

Çevresi ağaçlarla süslü geniş bahçeleri görmeden önce aradığım şeyin bir çit olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim ancak çoğu evin zaten koyu renkli çitlerle bahçe sınırı çizdiğini görünce işimin pekte kolay olmadığını anladım.

Korkumun gittikçe büyümesi de aynı saniyede gerçekleşti. Zebaninin evinin hemen önünde durduğumun farkında olmadan öylece geçip gidecektim, oysaki uzaktan bakmanın güvenli olacağını düşünerek yola çıkmıştım. Birbirine benzeyen evler dikkatimi dağıttı.

Kapı numaraları çapraz şekilde konumlandırılmış evlerin arasındaki geniş araba yolunda ilerliyordum. Soldaki bir evin bahçesinde çocuklar top oynuyordu, üzerlerinde koyu renkli okul formaları vardı. Bahçenin bir köşesine atılmış sırt çantaları ve ıslak saçları okuldan geldiği gibi oyuna daldıklarını ve uzun bir süredir de koşturup durduklarını açık ediyordu.

Saat yine ansızın yüzüme çarpıldı.
''Atsana buraya şu topu!'' Çocukların topa her vurduğunda çıkan o tok ses, adımlarım devam ettikçe yok oldu. Yola devam ettim, gittikçe alçalan güneşin neredeyse yüzüme süzüldüğü nadide ışıklarını takip ederek hafif eğimli yolu tırmandım. Sağ tarafta siyah bir cip durdu. İçinden çıkan sağlıkçı formalı bir adam arabadan telaşla inip yan kapıyı açtı. Ön koltuktan inen yaşlı kadına destek olarak arabadan inmesini sağlarken, arka kapıdan birkaç küçük çocukla bir kadın çıktı.

Çocuklar yaşlı kadının etrafına dolanıp bastonunu çekiştirirken, ''Durun evladım, bir ineyim,'' diye söylendi. Adam ona yardım etti, kadın ayakları yere basar basmaz eşarbını düzeltti. ''Bu araba pek büyük be oğlum,'' dediğinde adam ve diğer kadın güldü. Onlar evlerinin bahçesini geçip içeriye girene dek bende birkaç evi daha atlamış oldum. Gözlerim sürekli etraftaydı, her bir bahçe gözetimim altındaydı. Ara sıra evlerin tül çekilmiş pencerelerini yoklayarak tanıdık herhangi bir yüze rastlayıp rastlayamayacağımı kontrol ediyordum.

Evler sanki çoğaldıkça çoğaldı, yol uzadıkça uzadı. Pürüzsüz kaldırım taşları yerini yer yer sökülmüş ve dökülmüş taşlara bırakınca adımlarım istemsizce yavaşladı. Gözlerim önüne düşen bulanık görüntü, ayaklarımın öylece yere sürtünmesine neden oldu.

Bir şekilde, yaklaştığımı hissettim.

Soluklandım, kalp atışlarımı dinginleştirmeye çalıştım. Terlemiş avuç içlerim itinayla üzerime giydiğim sarı ceketime sürtünerek stresini atmaya çalıştı. Başım, şakaklarımdan çiviler saplanmış gibi ağrımaya başladı. Keskin ve ani bir acı ile yüzümü dahi buruşturdum. Ara sıra anneme uğrayan migren ataklarını hatırlayınca ellerimi yüzüme kapatıp sakinleşmeye çalıştım.

Sonra adımlarım birbiri ardını takip etti, bedenim ileriye doğru sürüklendi. Koyu renkli ahşap evlerin ardından görünen farklı modeldeki evlere uğramadan yola devam ettim. Biraz sonra ise yerinden sökülmüş bir kaldırım taşı boşluğuna takılarak tökezledim. Ani bir saldırıya uğramışım gibi telaşla çarpan kalbim aniden çığlık atmama neden oldu. Dengemi sağlayabilmek için en yakınımdaki şeye tutundum. Dengemi sağladıktan hemen sonra da çitlerin arasından geçmiş parmaklarım usulca geri çekildi. Aynı anda kanımın çekildiğini hissettim. Parmaklarımın iç kısmına bulaşan çamurları ufaladım, gözlerimi ağırca çitin ardına çevirdim. Gördüğüm ilk şey, sonbaharın etkisi ile üşümüş bir ağaç ve eteklerine inşa edilmiş bir kulübe oldu. Farklı tonlarda pek çok ahşabın paslı çivilerle birbirine tutturulduğu küçük bir kulübeydi ve içinden kalın bir zincir uzanıp toprağa karışmış görünüyordu.

Üzerine toprak eşelenmiş gibi görünen zincirin bazı yerlerinde koyu lekelerin olduğunu gördüğümde, midem kasıldı. Devrilmiş iki metal tas gördüm. İçleri kirliydi, küçük bir kemik parçası tek başına öylece duruyordu. Bakışlarım yukarı tırmandıkça gördüğüm ahşap yapı göz kapaklarımın kanayacakmış gibi sızlamasına neden oldu.

Gözlerimin önü yeniden bulandı ve kömür karası tırnakların, üzeri yamuk çiviler ve böceklerle kaplı ahşap duvara sürtündüğünü yeniden gördüm. Yaralı elinin yumruk haline dönüştüğünü, ağır adımlarının kapının önündeki o taş yoldan ilerlediğini ve elindeki tastan damlayan kanları yeniden hissettim.

Ellerimi şakaklarıma yaslayıp acıyla sızlandım, başım ağrımaya ve hatta dönmeye başladı. ''Hayır, hayır...'' diye sayıklamaya devam ettim. Neyi inkâr ettiğimi bile bilmiyordum ama biliyordum ki, katil bu çitlerin ardında, o ahşap kapının hemen arkasındaydı.

Katilin evindeydim, rüyamdaki evi gerçekten bulmuştum.
O buradaydı.
Bir psikopat, bir sadist, bir katil ya da bir cani... En önemlisi bir zebani... Adı ne olursa olsun üçüncü cinayetine şahit olduğum adamın evinin önündeydim.

Acıma rağmen başımı zorlukla kaldırdığımda, ağaçların arasından görünen pencereleri buldu gözlerim. İçeride bir varlığın olduğunu biliyordum. Tül perdeleri çekili olan küçük pencerelerin ardında beni izleyen bir göz olmasından korktum o sıra. Yüzümü görmesini istemedim, varlığımdan haberdar olmasını istemedim. Ceketimin kapüşonunu çekerken, dört bir yanımı tehdit altındaymış gibi kolaçan ettim.

Başım döndü, gözlerimin önü bulandı ve kana bulanmış bir elin bir hızla bana uzandığını gördüm. Korku, baş ağrısı ve acı birleşti, geriye doğru adımlarken inledim. Aynı anda kulübelerin içinde bir hareketlilik hissettim. Telaşlı patilerin toprak zemine yaptığı baskıyı duydum ve hemen ardından da önümdeki çitler yerinden çıkacakmış gibi sarsıldı. Gözlerim sallanan çitin arkasını bulunca korkuyla çığlık attım. Dehşet bir şekilde havlayan ve keskin dişlerini beni parçalamak istiyormuşçasına çitlere sürten iki büyük köpeği görünce korkup geriye doğru kaçmaya çalıştım ancak bozuk kaldırım yolu düşmeme neden oldu. Kalçalarımın üzerine düştüm, sarı ceketim omuzlarımdan kaydı, başıma örttüğüm kapüşonum düşüp yüzümü ve saçlarımı açıkta bıraktı. Telaşla açılmış gözlerim önümdeki zikzaklı çizgiler olmasa beni çoktan paramparça etmiş olacak iki büyük köpekten ayrılmadı.

Dişleri öylesine keskindi ki, çitin bir kıvrımını bükmüştü köpeklerden birisi. Hırlayıp havlarken kana susamış bir yaratık gibi hızlı hızlı hamlelerde bulunuyordu. Üzerime atlamasına belki de saniyeler vardı, etlerimi lime lime etmeden önce nefes alacağım sadece birkaç saniyem olmalıydı.

Gözlerimin önünde kanlı, korkunç bir görüntü belirdi. Köpeğin keskin dişleri ile kanlı bir eli vahşice dişlediğini hatırladım. Çene darbeleri ile kaslar anında birbirinden iplik halinde ayrılırken dişleri arasından kan damladığını, kırdığı kemiklerin her darbede yine de çıtırdadığını hatırladım. Parçalanan etler, kırılan kemikler ve güçlü darbeler... Bir aslanın bir kuzuyu parçalayışından farksızdı. Kadının solgun teni ile çaresizce etlerinin parçalanışını izlediğini, aynı korkuyla yaşadım. Çünkü buradaki tek kuzu bendim.


Yerden kalkmaya dahi çalışamadım, donup kaldım, bedenim tir tir titredi. Dudaklarımı açıp yardım dilemek bile aklıma gelmedi. Köpekler korkunç bir şekilde bana ulaşmaya çalışırken öylece bekledim ve sonra ileriden başka bir ses duydum. Çitlerin çok daha arkasından gelen, tıpkı kapı gıcırtısını andıran bir sesti bu. Bakışlarım o yöne kaydığındaysa tüylerimi diken diken eden bir ürperti eşlik etti bana.

Buz gibi bir rüzgâr tenime karıştı, saçlarım önüme düşmeden hemen önce gıcırtıyı yeniden duydum. Evin kapısının aralanıp ardındaki duvara çarptığını gördüm. Uzun bir adımla birlikte öne çıkan bir silueti sezdiğim sıra bedenim benden bağımsız harekete geçti. Ayaklandım, yerimden ağırca doğruldum. Kapıdaki adamın ayaklarını gördüğümde, tanıdık gelen kirli bir botta görüşüme girdi.

O burada, diye düşündüm. Zebani burada ve beni görmek üzere...
Köpeklerden birinin dikkati dağıldı, kapıdaki adamın yüzüne görmeme saniyeler kala adam durup bağırdı.
''Yine ne var?'' diye seslenirken sesi oldukça öfkeli görünüyordu. Sesini duyduğum anca, onun yüzünü görmeme gerek kalmadan anladım; zebaninin gerçek olduğunu ve acımasız bir katili kaderim bellediğim gerçeği yalnızca sesi ile önüme sunuldu.

Ayağa fırladım, nereye gittiğimi dahi önemsemeden, beni görmesine yalnızca bir adımı kalmış olan katilden kaçtım. Koştum, ayaklarım sancıyıp bileklerim isyan içinde bükülene dek koştum. Arama mesafeler dışında engeller koymak için evlerin arasından dolandım. Arkama dönmeye, omuzlarımın ardından geriye bakmaya korkuyordum.

Beni görmüş olabileceğinden, beni tanımış olabileceğinden ve peşime düşmüş olabileceğinden doğan korkum bedenimi sarmalamış ve düşünmemi bile engeller hale gelmişti. Başımı çevirdiğimde ağır bir darbe ile yere yığılacağımdan korkusundan neredeyse kırılmışçasına acıyan kemiklerimi umursamadan hızımı kesmedim. En kötüsü ise... Zebaninin gerçekten var olmasıydı...

O gerçekti, ölümler gerçekti ve ben bir şekilde ölümü peşime takmıştım.

Koştum, koştum, saçlarım geriye doğru savrulup, soğuk rüzgârı tenime yapıştırırken durmadım ancak bir anda duyduğum fren sesi ve önüme düşen büyük cisim ile nefes nefese olduğum yere çakılıverdim.

Nabzım kulaklarımda yankı yaparken ve kalbim, göğüs kafesimdeki her bir kemiği çatır çatır kırarken başta nerede olduğumu anlayamadım. Başım dönüyor, nefesim tıkanıyordu. Hızlı hızlı soluklar alıp sakinleşmeye çalışırken, ''Aman Allah'ım,'' diyen bir kadın sesi duydum.

''İyi misiniz?''
Omzuma dokunan bir el ile aniden irkilip birkaç adım geriledim, gözlerimi kırpıştırıp çevremde neler olduğunu anlamaya çalıştım.
''Kızı görmedin mi sen?'' diye seslendi kadın. Ondan çok daha tok bir ses ise yanıt verdi. ''Aniden önüme fırladı, durabildiğime şükrediyorum.''
''Daha dikkatli olmalısın, burada sokakta oynayan fazla çocuk var.''
''Farkındayım ancak buraya yeni taşındık. Ayrıca aniden gelişti. Neyse, yaralanmadıysa sorun yok.''
Aralarındaki konuşmayı takip edemiyordum ancak biraz sonra bulanık görüşüm yerine geldi ve karşımda iki tanıdık yüz gördüm.

Kana ve tere bulanmış görüntülerinden daha çok tertemiz ve güleç bir ifade ile bana bakan çifti tanıyordum. Onlar, üçüncü cinayetin kurbanlarıydı. Henüz gerçekleşmemiş ancak saatler sonra nefes alamaz bir halde cesetlerinin bulunmasını bekleyecekleri bir cinayetin başrolleriydi onlar.

Engellemek için tek çaremin olduğu andaydım o sıra.
Kaşlarım havalanır havalanmaz dudaklarım büküldü, değişen ifadem kadını korkuttu. Hızla yanıma yaklaşıp elini yeniden omuzlarıma koyarken iyi olup olmadığımı sordu. Sesi görüntüsünün aksine bana yabancı geldiğinde, onun ölümden önce lal edilen dilini hatırlayıverdim.

Bu, konuşabildiği son cümleler olacaktı belki de ve onlar son anları olduğunu bilmeden yaşayıp gidiyorlardı. Ölümün onlara ne kadar yakın olduğunu bilmeden hayata umursamazca devam ediyorlardı. Yapacakları çok şey vardı; söyleyecekleri çok fazla kelimeleri, alacakları nefesleri ve uygulayacakları planları olmalıydı ama onlar bunların hiçbirini gerçekleştiremeden vefat edeceklerdi.

Yitip gidecek bir hayatı öylece seyrediyordum o sıra.
Gözyaşlarım usul usul yanaklarımdan akarken bir hıçkırık eşlik ediyordu gözyaşlarıma. Kadın canımın yandığını düşünerek üzerimi kontrol etti ve eşine ambulansı aramasını söyledi. Ağlıyordum ve hıçkırıklarımın arasından onun sesini ayırt edemiyordum. Bana son cümlelerini sıralıyordu belki ama onu duyamıyordum. Yeniden bulanan gözlerim nedeniyle yüzünü seçemedim ama göz kapaklarım ardına kazılı portresi zaten her bir detayını bilmemi sağlıyordu.

Kana bulanacak saçları, dehşete kapılacak gözleri, susmak zorunda kalacak dudakları saatler sonra karanlıkta belirecekti.
Kaç saat kalmıştı ki?
Ölüme kaç saat kalmıştı?


Ağlamam o kadar şiddetlendi ki, omuzlarım sarsılmaya başladı. Sarı ceketim omuzlarımdan düştü, yüzüme yapışan dağınık saçlarım cansız birer tel misali döküldü. Ayaklarımın bağı çözüldü, koşmaktan yorulmuş bedenim yere yığıldı. Diz kapaklarımın üzerine düşerken kadında telaşla benimle birlikte çöktü. Beni tutamadı ancak son anda omuzlarımdan yakalayarak beni hemen önümde bulunan arabaya yaslamayı başardı.

Başımı, yaslanacak bir omuz arıyormuş gibi düşürdüğümde, başım önce arabaya çarptı. Arabanın önünde bulunan çıkıntılı yüzeyler canımı yaktığında, bu acının bir hiç olduğunu biliyordum.

Kadın, çantasını bir kenara koyup eşine seslenirken sesi kulaklarımda yankı yaptı. ''Sadık! Sanırım yaralanmış.''
Telefonda olan eşi alelacele yanıma çöktüğünde onun yüzüne de baktım usulca. Kan yine göz kapaklarıma fışkırdı, zebani oradan hiç ayrılmadı.
''Sanırım ortaokula veya liseye gidiyor. 15-16 yaşlarında bir kız. Aslında ona çarpmadım ancak canı yanıyor gibi duruyor. Belki başka bir yarası olabilir...''

Yüzüme dokunan narin eller ile yüzüm aniden diğer tarafa çevrildi. ''Hey, bana bak,'' dedi kadın. Başını başıma yaklaştırdı, dikkatimi üzerine çekti ve beni konuşmaya teşvik etti. ''İsmin ne?'' diye sordu. ''Benim adım Melike, bu da eşim Sadık. Sana yardımcı olmak istiyoruz canım, tamam mı? Eğer canın yanıyorsa veya bir yaran varsa lütfen bize söyle. Senin için bir ambulans çağırıyoruz.''

Başımı iki yana sallamakla yetindiğimde, kadın eşine dönüp birkaç kızgın cümle sıraladı. ''Çarpmadığımı söyledim ya Melike.''

''Pekâlâ, bize neyin olduğunu söyleyebilir misin canım?'' diye sordu kadın. Ellerini yanaklarımdan çekmemişti, aksi halde başımı tutamıyor ve yere yığılmak için fırsat kolluyordum. Kadın gözyaşlarımı yenileri yerini dolduruyor olmasına rağmen usulca sildi ve bana aynı soruyu defalarca sordu. O her ne söylerse söylesin, şuanda evinde cinayet silahlarını bileyen bir katil olduğu gerçeğinden kaçmaya çalışıyordu zihnim.

Onu ölümden nasıl kurtaracaktım? Onları zebaninin kollarından nasıl çekip alacaktım?

''Gitmelisiniz,'' diye feryat ettiğimde kadın aniden konuşmamdan ötürü önce irkildi, sonra şaşkınlıkla eşine baktı. ''Gidin, ne olur gidin!'' diye bağırdım. ''Lütfen gidin buradan!''

Kadın ellerini usulca yüzümden çekerken, eşi de yanına çömelip ona bir şeyler fısıldadı. ''Sanırım bu kişisel bir sorun,'' dedi.
Bu kişisel bir sorun değildi; bu, burada bulunan herkesin etkileneceği büyük bir problemdi.


''Lütfen,'' diye sızlandım. Sesim o kadar titrek ve çaresiz çıkıyordu ki, sanki son anlarını yaşayan kişi benmişim gibi içim sızlanıyordu. Ağlıyor, tüm çaresizliğimle yalvarıyordum. Kadın yeniden uzandı, ellerimi tutup her şeyin düzeleceğini söyledi. Sorunumun ne olduğunu, yardım edip edemeyeceğini sordu.
''Melike, hamile olduğunun farkındasın değil mi? Kendini daha fazla zorlama, kızı rahat bırakalım,'' diyen adamın sesini duyduğumda bedenim adeta uyuştu.

Dört değil, diye düşündüm. Hayır, dört değildi. Bugün ölecek olan kişi yalnızca bir çift değildi.
Beş, diye düşündüm. Henüz bütün hücreleri oluşmamış dahi olsa bile beş... Bugün bir aile öldürülecekti.
Kadın hamileydi, karnında bir başka can taşıyordu
. Oldukça samimi bir şekilde bana seslenirken henüz doğmadan ölecek bir bebeği taşıyordu. Bakışlarım gömleğinin altından belli dahi olmayan karnına gitti. Küçücük bir bebeğin ağlama sesini duydum istemsizce zihnimde.
Bugün bir aile ölecekti...
Bugün bir aile ölecekti...
Tamamen masum üç can, bir katilin kurban listesine çizilecekti...

Dört değil, beşti.
Gözlerim kavuşmuş ellerimize gitti. Parmaklarımı sarmalamış parmaklarına baktım.
Hayır, buna izin veremezdim. Bunu durdurabilecek tek kişi ben isem, bunun gerçekleşmesine izin vermemeliydim.

Mümkünmüş gibi gözyaşlarım hızlandı ve ellerimi kadının ellerinden sıyırdığım gibi boynuna sarıldım. Kadının bedeni geriye doğru eğilse de, eşinin desteği ile düşmeden sarılışıma karşılık verebildi. Ona sıkıca sarıldım, kollarım arasındaki iki canı zebaninin kollarına ulaşmadan çekip almak istedim.

Ben burada ağlarken, bir yerde bıçak bileme sesleri yankılanıyordu.
''Öleceksiniz,'' diye mırıldandım. ''Öleceksiniz, öleceksiniz...''
Bu, sıcak bir cismi canın yana yana tenine bastırmaya benziyordu; bir başkasına öleceğini söylemek ve buna sebebiyet olduğunu düşünmek tam olarak böyle hissettiriyordu. Etin yanıyor olmasına ve derin büzüşüyor olmasına rağmen kızgın demire tutunmaya devam etmek gibi.

''Lütfen gidin,'' dedim. ''Eğer şimdi gitmezseniz öldürüleceksiniz.''
Kadının donup kaldığını biliyordum, şaşkınlık dört bir yanını çevrelemişken zihninin söylediklerimi algılamakta zorlandığını tahmin edebiliyordum. Aniden öleceğinizi söyleyen bir çocuğa kucak açmış olmanın ne kadar zorlu olduğunu hissedebiliyordum ve kadının aniden beni ittirmesini de çoktan kabulleniyordum.

Kadın bir süre sonra aniden beni ittirdi ve çatılmış kaşları ile dikkatle yüzüme baktı. Belki de ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu ancak umduğum sonuç gerçekleşmediği gibi kalbim yorgunlukla kıvrandı.
''Komik olduğunu mu düşünüyorsun?'' diye sorduğunda, eşi ayaklandı ve kadının yerden kalkmasına yardımcı oldu. ''Bunun cidden komik olduğunu mu düşünüyorsun? Şaka yapacak başka birisini bulamadın mı?''

Adam, kollarını karısının beline dolayıp onu kendine çekerken sakin olması gerektiğini mırıldanıyor ve tenine hoş dokunuşlar bırakarak onun yeşermiş öfkesini çekip almaya çalışıyordu. Aşağıdan onlara bakarken, söyleyebilecek başka kelimeler aramaya çalıştım.

''Hayır, yalan söylemiyorum. Bu gece gerçekleşecek.'' Soluklandım. ''Bu gece o adam gelecek ve-'' sözüm yarıda kesildi. ''Kes şunu!'' diye bağırdı kadın. ''Bugün ne kadar berbat bir gün yaşadığımdan haberin var mı senin? Oluşabilecek her türlü zorluğu ve gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bir problemleri geride bırakmış bir halde çıkıp evime geliyorum ve sen bana dünyadaki en acımasız şeyi mi yapmaya çalışıyorsun?'' Kaşları çatıldı ancak öfkeli olmaktan çok üzgün olduğunu görebiliyordum. Elleri yumruk halini almış, eşi onu sıkıca sarmalıyor ve sakin olmasını söylüyor olmasına rağmen dolmuş gözleri ile bana haykırıyordu.

''Bugün bebeğimin ölü doğacağını söyleyen doktorlara inat hayata tutunacağımı söyleyerek çıkıp geliyorum ve sen bana öleceğimizi mi söylüyorsun!'' Hayal kırıklığı ve çaresizlik kokan sözleri yüzüme çarptığında, tuttuğum o kızgın demirlerin alevler saçarak parçalandığını hissettim. Ne yapacağımı bilemedim. Ölümle zaten yüzleşmek zorunda kalmış olan kadının çaresizlikle tutunduğu o dalların bu gece kırılacağını daha nasıl söyleyebileceğimi bilmiyordum.
''Özür dilerim,'' diye mırıldandığımda. ''Özür mü diliyorsun?'' diye bağırdı bu defa yüzüme. Onu bile bile ölüme atıyormuşum gibi utançla kıvrıldım. ''Canımın ne kadar yandığını biliyor musun ki?'' diye haykırdı.

''Melike, yeter bu kadar. Sakin olmalısın. Doktor stresi azaltmamız gerektiğini söyledi. Şuanda sağlığınız için bu çok riskli, hadi eve gidelim ve biraz dinlen.''
Adam, eşini sarmalayıp ona küçük buseler bahşederken başımı iki yana salladım. ''Hayır, gidemezsiniz. Lütfen o eve gitmeyin,'' diye mırıldandım. Yaslandığım arabadan destek alarak ağırca ayağa kalktım ve kadına doğru uzandım. ''Bu gece gelecek,'' dedim. ''O bu gece gelecek, sizi öldürmeye gelecek. O eve gidemezsiniz, buradan uzaklaşmalısınız.''

Şayet yapabiliyor olsaydım, gözlerimi çıkarıp onlara gördüğüm her bir ayrıntıyı gösterir, kaçmaları için gerekli olan tüm bildiklerimi önlerine sunardım ancak aniden öfkelenip üzerime yürüyen adam ile korkuyla geriye doğru sıçradım.

''Kes artık şunu, onun ne halde olduğunu göremiyor musun?'' diye bağırdı. Dişlerinin arasından çıkan tok sesi, bana her halükarda devam etmem gerektiğini söylüyordu ancak öfkeyle sıktığı dişlerinin saatler sonra acıdan kasılacağını nasıl söyleyebilirdim ki...
''Yalan söylemiyorum... Biliyorum,'' dedim ancak adam aniden beni ittirip önüme geçti. Omzuma uyguladığı basit bir baskı bile beni geriye sıçratacak kadar güçlüyken ona karşı koymak için bir şey yapamadım. ''Oynayacak başka kişiler bul çocuk,'' diyerek önce eşini arabaya bindirdi, daha sonra da kendisi sürücü koltuğuna binip kapıyı sertçe kapadı. Adamın öfkeli gözleri üzerimdeyken kadının neredeyse baygın bir halde cama yaslanışını izledim.

''Bugün öleceksiniz,''
diye mırıldandım inatla. ''Bugün öleceksiniz, o sizi öldürecek.''
Ancak yankı yapan motor sesinin ardından araba hareketlendi ve zoraki çıktığım eğimli yolda kayboldu. Evlerine, mezarı sayılacak yuvalarına gidiyorlardı.

Bugün üç can zebaniye teslim edilecekti.

Lanetli Kan | I-II ve IIIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin