Bölüm yazarı:leslacieer💙
"Saçmalama lütfen, sınav döneminde o partiye gitmek istemiyorum o kadar."
"Tabii, pineklemek de bir seçenek," diyerek kalemini masaya gelişi güzel fırlattığında yuvarlanmış, düşecekken masa kenarında oturan Yoongi tarafından tutulmuştu. "Ve ya asosyallik."
"Ben öyle değilim." Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde bağlayıp hepsine kısa birer bakış atmıştım. "Yanlızca babamın akademik kariyerine olan ilgimden dolayı kalmak istemiyorum."
"Siyasete katılmayı reddetmenin cezalarından biri, aşağılık kişiler tarafından yönetilmenizdir demiş Ploton. Sen de bu gidişle yanlızca yönetileceksin."
"Platon demiştir bence." Diğerleriyle beraber Kai'in hatasına gülerek eğildim ve sandalye ayağına dayadığım çantamı aldım. "Annemi hiç aramadım bugün."
"Ana kuzusu seni," dedi gülerek. "Baksana Jaemin, bugüne kadar yaptığın en büyük hata neydi? Yanlışlıkla ayağının takılması falan mı?" İstemsizce kıkırdayıp, elleri arasında bebek emziği gibi sıkıştırdığı milkshake bardağını, biraz da olsa zorlanarak kendime çekip almış, devirdiği gözlerine bakarak beynimin donmasını umursamadan büyük bir yudum almıştım beyaz pipetten.
Elbette en büyük hatam düşmek falan değildi, ancak malesef söylediği gibiydim eksiksiz. Bu şekilde büyütülmek benim tercihim değildi, diktatör bir anne babaya sahip olmak zor olsa da, onları çok seviyordum en nihayetinde.
"Ben de hatalar yapıyorum çünkü daha yirmi yaşındayım." Çantamın içini kurdalasam da bulamamıştım. "Sanırım telefon yine sınıfta kaldı." Eşyalarımı toplayıp arkamdan gülmeye devam etseler de umursamayarak kafeteryadan bölümüme doğru koşar adım yürümeye başladım.
Belki de söyledikleri gibiyim, bilmiyorum. Yanlızca ebeveynlerime fazla, fazla düşkündüm ve onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Beni takdir ederken gözlerini kamaştıran o ışık can suyum, yaşamıma yeşillik katan hayat kaynağım gibiydi.
Babamın istediği işletme bölümünü kazanmak, onunla beraber yaşlanana dek yanında hem çocuğu, hem de hayatı öğreteceği işçisi olarak kalmayı planlıyordum. Anneme aşığım her şeyden önce, bir tek tebessümü bile başımın mutluluktan dönmesine yetiyordu. O da bana çok düşkündür, günde en az beş defa konuşur, haftada bir de görüntülü görüşürdük.
"Bu okuldan nefret ediyorum." Koridorda çağlayan yüksek sesle yerimde çakılarak çevreme bakındım korkuyla. "Bırakamıyorum, başka yere gidemiyorum. En azından yine ülke değiştirebilirim baba, değil mi?"
"Ah hayır." Profesörümün kısık ve öfke dolu sesiyle kolonun arkasına geçip neden bilmesem de kendimi gizlemeye çalıştım. "Jeno, oğlum-."
Ancak sesini kesen şey, bütün bölümü yankılı vızıltısıyla çınlatan Bruno Mars'ın Just The Way You Are klibinde kendi portresini kaset içinden çıkan filmlerle çizdiği ve bir anda yükseldiği o nakarat kısmı olmuştu. Öyle bir sessizlikte, sanki nefes almıyor da çığlık atıyor gibiydim. "Her neyse baba lütfen, bir kere daha tekrar Amerika'ya dönme ihtimalimi düşün."
Tekrarlayan tok ayak sesleri ve benim nedensizce duvara gömülme çabam. Nefeslerim genzime dek tıkanırken tam yanıma düşen gölgeyle kafamı çevirmem ile göz göze gelmemiz bir olmuştu. "Senin mi?"
"Efendim?" Seri halde cevaplamam ile sesimin de bir fısıltı halinde çıkmasından dolayı garipsemiş olmalı ki, burnunu çekip önce çevreye bir göz attı üstün körü, ardından gözlerime dönüp ben ürkek bakışlarımı lens olduğu belli olan mavi bakışlarından ayırmazken bana dikti.