8. Bölüm
Sabahları Uğur'un odasına ilk Armağan girerdi. Bu sabah da diğerlerinde olduğu gibi kapıyı ardına kadar açıp iki adım attı ve durdu. Patronu koltuğa uzanmış, bir kolu ile gözlerini kapatmıştı. Saatine baktı. Çok erken bir saatti. Yanına gidip hafif eğilerek omzunu dürttü. Daha değmesiyle Uğur irkilerek gözlerini açtı. Sanki nerede olduğunun farkında değilmiş gibi etrafına bakındı.
"Gece burada mı uyudunuz?"
Yavaşça doğrulup yüzüne ovuşturdu. Ense kökündeki ağrı başına vuruyordu. Başını sallayarak cevap verdi.
"Kusura bakmayın ama kötü görünüyorsunuz"
Boynunu rahatlatmak için başını sağa sola oynattığında hissettiği acı yüzüne yansıdı. Sadece görüntüsü kötü değil, sessizliği de iyi değildi. Onu yakından tanıyan Armağan bunun farkındaydı fakat ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
"Armağan bana yiyecek bir şeyler hazırlatır mısın? O arada ben de toparlanırım"
"Hemen hazırlatıyorum" dedi yardım edebilme arzusu ile. Uğur ayağa kalkıp etrafa bakındı. Kapalı alanda olmak istemediğine karar verdi.
"Boş ver Armağan dışarıda yiyeceğim. Soran olursa iki saate geleceğim söylersin"
"Nasıl isterseniz"
Armağan'ın omzuna hafifçe sıkıp büyük kütüphanenin önüne gitti ve raflardan birini çekerek gizlenmiş kapıyı açtı. Önce banyoda elini yüzünü yıkadı, saçlarını düzeltti. Kendisi ile göz göze gelmekten özellikle kaçındı. Sıralı takım elbiselerinden birini seçip üzerini değiştirdi. Hiç kimseyle konuşmadan binadan çıktı. Kendisini durduracak biri çıkmaması için hızlı adımlar atmayı tercih etti. Plaza hareketli caddelerin birinde inşa edilmişti. Kabanının yakalarını kaldırıp elleri cebinde bir süre yürüdü. Aklındaki karmaşadan uzak durmak için dikkatini gelip geçen insanlara verdi. Bir cadde geçtikten sonra tam köşe binanın altında açılmış kafeye girdi. Dışı koyu yeşil boyalı mekânın kapısı açılınca üzerindeki çan şıngırdadı. İçeriden çıkanlara yol verip girdi. Pencere kenarında boş bir masa vardı. Etrafı inceleyerek boş masaya gelip yerleşti. Kahvaltı yapan ya da sadece kahve içen birkaç müşteri vardı. Kasanın yanındaki büyük camekân dolapta taze oldukları belli olan birçok çörek sıralanmıştı. Paket yaptırıp çıkan birkaç kişi içeride hareketlilik yaratıyordu. Gülümseyerek gelen kızdan tek kişilik kahvaltı istedi. Mekân Avrupa'daki küçük kafeleri anımsattı. Tahta masalar, rahat sandalyeler, parçalı pencereler, tek tip giyinmiş küçük önlüklü çalışanlarla hem sıcak hem de modern bir havası vardı. İlk defa geliyordu ama beğendiği için daha sık gelmesi gerektiğini düşündü.
Tekrar şıngırdayan kapıya baktığında Özden'in içeri girdiğini gördü. Akşam kendisine metres seçilen kadın ile sabah karşılaşması nasıl bir ironiydi. Beyaz uzun kabanın üzerine simsiyah saçları örtü gibi serilmişti. Taktığı ince kadife bant saçlarının yüzüne düşmesini engelliyordu. Kasadaki kadın ile gülümseyerek konuştu. Camekândaki çörekleri inceledi fakat karar veremediği oynattığı mimiklerinden belliydi. Doğrulup yanaklarını şişirerek pufladı. Uğur kadının çocuksu haline gülümsedi. Yüksek olmayan bir sesle "Özden" dedi. İsmini duymayı beklemeyen kadın hızla başını yana çevirdi. Uğur elini kaldırarak yerini belli etti. Kadın tebessümle yanına gelince ayağa kalktı, ceketini ilikledi.
"Günaydın Uğur Bey"
"Günaydın... Kararsız bir sabah galiba, çörekler de seçim yapamadın"
"Her biri çok lezzetli gözüküyor. Kendimle savaş veriyordum"
"Vaktin varsa otur lütfen. Beraber kahvaltı yapalım"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADRAJA GİREN HAYATLAR (Tamamlandı)
RomanceHayatın kameranın önünde yaşanıyorsa her davranışın, her sözün değerli ya da değersiz olsun haber değeri taşır. Söylemediklerini söylemiş, yapmadıklarını yapmış olursun. Gerçeği anlatmak ya da inandırmak ise imkânsız.