Avustralya / Peninsula
Ocak ayının 29. günü, 1980Yeni bir okul günü, öte yandan buradaki son günüm.
Hiç olmadığı kadar isteksiz uyanmıştım bu sabah. Yorgundum, o kadar yorgundum ki ağlayacak gücü bile bulamıyordum kendimde. Gözyaşlarım köşesine çekilmişti artık, mor halkalara ev sahipliği yapan gözlerim ise yanlızca ifadesizliği barındırabiliyordu bünyesinde.
Dün okuldan eve geldiğimde koca bir panik karşılamıştı beni. Teyzem birkaç arkadaşını yardıma çağırmıştı evi toplayıp her şeyi kutulara yerleştirebilmek için. Neşeli duruyordu, benim aksime hoşlandığı adama kavuşacak olmanın parıltıları vardı gözünde.
Ona her şeyi söylemiştim dün gece, Jeongguk ile aramızdakileri bir bir anlatmıştım. Kızmamıştı fakat bunun yanlış olduğunu dile getirmişti hep, bana ne kadar doğru hissettirdiğini ise söylemek istememiştim çünkü bir anlamı olmazdı onun için.
'İçim içime sığmıyor papatyam,' demişti tüm gece, ben eşyalarımı kolilerken. 'Ona kavuşabileceğim resmen, bir rüya gibi.'
İşte bu cümle dönüyordu yanlızca kafamda. Bundan dolayı olacak ki dile getirmemiştim kalmak istediğimi, çekinmiştim. Aile kavramını bana her şeyiyle yaşatmış olan bu kadının en ufak bir acı çekmesini istemezdim asla, işin ucu benim aşk hayatıma dokunsa da geçerliydi bu.
"Albert vazgeçmemekte ısrarcı davranıyordu hâlâ. Hayatının aşkı dakikalar sonra onu terk edecekken bile çabalıyordu sonuna kadar."
Tahtada elindeki kitabı anlatmakla meşgul olan kişiye diktim gözlerimi bir süre. İlgiyle gezdiriyordu bakışlarını sınıfta, fakat hâlâ daha bir kez olsun bana dönmemişti. Ders başlayalı yarım saat geçmiş olsa da ben yokmuşum gibi davranıyordu.
"Önce yanı başındaki aşkına, daha sonra da onun birazdan binip gideceği trene bakıyor hüzünle, 'Güzelliğin sancağı henüz kıpkızıl duruyor dudaklarında, Juliet, neden bu kadar güzelsin hâlâ?' diyerek birlikte okumuş oldukları ilk kitaptan hoş bir kesit okuyor güzeller güzeli Sevgilisine. Birazdan ayrılacakları için imkansız aşk denilince akla ilk gelen çift olan Romeo ve Juliet'ten bahsediyor."
Bana bakmamaya yemin etmişcesine devam ediyordu anlatmaya, ayaklanıp volta atmaya başladı sınıfta. Bugün seçtiği ve anlattığı dördüncü kitaptı bu, diğerlerinden daha garip hisler uyandırmıştı içimde. İsminin 'Siyah Vedalar' olduğunu hatırladığım bu kitap, birbirinden uzak kalmak zorunda olan iki genç aşığı konu alıyordu çünkü.
"Soğuk tren istasyonundaki küçük bankta oturdular uzunca bir süre. Albert Sevgilisine en sevdiği kitaplardan kesitler okudu, Simone ise keyifle ve aşkla dinledi onu. Belirli bir süreden sonra trenin kalkışa hazırlandığı haberi anons edildi herkesin duyabileceği bir şekilde. Albert parçalandığını hissetti o an, haklıydı da." Nihayet bakışları bana döndüğünde garip bir hüzünle devam etti anlatmaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
80's Obsession || rosékook
FanficSeninle kış ayında öpüşmenin en güzel yanı dudaklarımızın soğuk olması Roseanne Park. Her anımsadığımda sıcaklığınla ısınıyorum çünkü. Bunu bilmene rağmen bana 'sarhoş oluncaya dek öpüşelim mi?' diyorsun. Fakat biz ikimiz zaten fazla sarhoşuz. -Tama...