Avustralya / Peninsula
Şubat ayının 6. günü, 1980Ayna karşısında durmuş, solgun yansımamı izliyordum dakikalardır.
Çökmüş gözaltlarım, soluklaşmış ve bir ölününkini andıran beyaz tenim, kuru dudaklarım ve daha fazlası berbat bir hâlde olduğumu haykırır nitelikteydi. Buna rağmen dışarı çıkacak ve son kez Jeongguk'u görecektim, içimdeki o anlamsız sızı da dinmek bilmiyordu saatlerdir.
Ondan bunu ben istemiştim, gitmesini söylemiştim fakat bunu duymak sebebini bulamadığım türde bir acı çekmeme yol açmıştı. Kendimle çelişiyordum ve nefret edilesi bir durumu bu, üstelik yoruyordu beni.
Yatakta uyumakta olan bedene son kez daha dönerek teyitte bulunmuştum bir nevi, şu durumda uyanması lehime olmazdı. Gece boyunca benim ağlamalarım sebebiyle uyanık kalmıştı biricik dostum, şimdi ise ağır bir uykunun içindeyken gece boyunca beni ağlatan o adamı görmeye gidiyordum, sahiden akıllanmaz bir kızdım. Her ne kadar kendimce asıl gitme sebebimi onun evinde kalmış olan kıyafetlerime bağlasam da hayır, istesem gitmezdim ve ikimiz de pek âlâ farkındaydık bunun.
Derin ve sesli bir soluk eşliğinde kaldığımız odadan çıkmaya karar verdim, saat öğlen üçtü ve daha da geçe kalmak istemiyordum. Kapıyı da ardımdan kapatmayı ihmal etmeyerek odadan ayrıldığımda dibindeki çıkış kapısına adımladım ve önünde durmakta olan ayakkabıma eğilip giymeye başladım beklemeden.
Sabah vakti kapıyı açtığımda karşımda Jeongguk'u görmek beklediğim türden bir şey olmadığı için o ânlar canlanmıştı yine zihnimde, özellikle de onun yaralı suratı. Her baktığımda içimin daha fazla parçalandığını hissetmeden edemiyordum, bir yandan da onun bu hâlde olmasına karşın Yixing'in hastanede kalmakta olduğunu hatırlatıp duruyordum kendime, apaçık ortadaydı ki Jeongguk'un yaraları onun yanında hiçbir şeydi.
Giymiş olduğum ayakkabılarım ile doğrulduğumda kapıyı sessizce aralayarak oluşmuş olan eşikten sakince geçirdim bedenimi, aynı şekilde kapattığımda ise Melany'nin uyanmamış olmasını diliyordum yalnızca. İstemeden suçlu hissediyordum kendimi, tüm olanlara rağmen Jeongguk ile görüşecek olmak kulağa çok yanlış geliyordu. Zemin katta olmanın avantajıyla hemen karşıma çıkan demir kapıyı da araladım sakince, oradan da ayrıldığımda gözlerim kısılmıştı güneş sebebiyle.
Sakin, yavaş adımlarla Jeongguk'un evi olan yöne adımlarken konumunu hesaplıyordum kafamda, pek uzak olduğu söylenemezdi fakat karıştırma ihtimalim yüksekti, kafam yerinde değildi ne de olsa.
Birkaç dakika sokak sokak yürümüşken burnuma dolan sıcak çikolata kokusu duraksamama yol açmıştı; öyle taze, öyle güzel kokuyordu ki ne kadar acıkmış olduğumu farkettim o an. Dün sabahtan beri yemek yememiş olmak benim için alışılmışın dışında bir durumdu.
Vakit kaybetmemek şartıyla bir parça şey almayı düşünerek döndüm kokuların mekanı olan yere. Hızlı hızlı adımlarken mis kokular da artıyordu ve saniyeler sürmüştü içine girmem. Araladığım kapının üstünde duran deniz kabuklu zil birkaç ses yaptığında boy boy çikolatalı hamur işinin dizildiği cam tezgâhın arkasındaki adamın dikkatini çekebilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
80's Obsession || rosékook
Fiksi PenggemarSeninle kış ayında öpüşmenin en güzel yanı dudaklarımızın soğuk olması Roseanne Park. Her anımsadığımda sıcaklığınla ısınıyorum çünkü. Bunu bilmene rağmen bana 'sarhoş oluncaya dek öpüşelim mi?' diyorsun. Fakat biz ikimiz zaten fazla sarhoşuz. -Tama...