Seninle kış ayında öpüşmenin en güzel yanı dudaklarımızın soğuk olması Roseanne Park. Her anımsadığımda sıcaklığınla ısınıyorum çünkü. Bunu bilmene rağmen bana 'sarhoş oluncaya dek öpüşelim mi?' diyorsun. Fakat biz ikimiz zaten fazla sarhoşuz.
-Tama...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Elimdeki purodan son kez derince bir nefes çekerken almak istediğim miktar çokluğu nedeniyle kısa süreliğine gözüm kapanmış, bütün bir ciğerim dumanla dolmuştu. Dumanı yavaşça üflerken araladığım gözlerimle kapıyı kontrol ediyordum, şu durumda basılmak istediğim son şeydi.
"Bu kadarı kâfi, gitmeliyiz Roseanne." Yanı başımdaki silüeti kısa bir süreliğine unutmuştum bütün ilgim puroda olduğu için, başımla onayladım. "Haklısın, daha fazla baklemek kendi mezarımızı kazmaktır." Konuşmam bitince tam ayaklanıyorduk ki korktuğumuz olmuş, kapı aniden açılmıştı.
Karşımızdaki silüet bize nasıl bir aptallık yaptığımızı sırf bakışları sayesinde bile anlatabiliyor, gözlerini anlık da olsa benden çekmiyordu. "Roseanne?" İsmimi sorgularcasına zikrettiğinde derinden yutkunmuştum, bir şey diyemeden öylece bekledim.
"Tıpkı tahmin ettiğim gibi, seni bulmak zor olmadı." Kar beyazı gömleğinin üstüne çektiği ceketini elleri yardımıyla silkelercesine düzeltmiş ve otoritesinden ödün vermeyerek konuşmuştu. "Ayaklan ve beni takip et." Gayet net bir şekilde konuşup beklemeden arkasına dönerek adımlamaya başladığında elimdeki bitmesine ramak kalmış puroyu yere fırlatmış ve gül kurusu okul forması eteğimin kirlendiğini umursamadan eski depodan ayrılmıştım onun gibi.
Birkaç adım ötemde emin adımlarla yürüyen silüeti hazır koridorlar boşken baştan aşağı süzmüştüm birazdan ceza yiyeceğimi umursamadan. Geniş omuzlar, ben dahil çoğu kızı kıskandıracak ince bir bel, geniş kumaş pantolonundan bile belli olan baldırları... Tüm bunlar onu geçen haftalarda ders konumuz olan Yunan Tanrıları'ndan biri olarak görmem için yeterdi.
İnançsız biri olsaydım ve Bay Jeon da bir Tanrı olsaydı tereddüt etmez tapardım ona.
"Bunun bu haftaki yedinci vukuatın olduğunu hatırlatmama gerek yoktur umarım." Okul yöneticisinin odasına henüz birkaç koridor varken konuşmasıyla dediklerine pür dikkat kulak verdim. "Farkında değilsin ama kendini bitiriyorsun." Sesindeki sinir tınısı beni dünyanın en mutlu insanı yapıyordu.
Herhangi bir öğrencisi okulu yaksa umursamayacak adam benim her yanlışımda yöneticiyle bizzat konuşup özür diletiyor, işi hallediyor ve yalnız kaldığımızda benden bir güzel hesap soruyordu. Buna itiraz etmek doyumsuzluk olurdu, Bay Jeon beni her zaman ayrıcalıklı hissettirmişti.
"Özür dilerim." Her zaman yaptığımı yapmış ve özrümü dilemiştim, çünkü dışarıya buz gibi davranan Bay Jeon benim üzülmeme dayanamazdı. "Özür dileme, kendini düzeltmeye çalış." Zaten yöneticinin odasına vardığımız için bir şey dememiştim bu dediğine.
Kapıyı tıklatıp girdiğinde Bay Luke ile selamlaşıp hemen yanındaki sandalyeye oturmuştu. Elleri önde birleşik ve boynu bükük beni gören Bay Luke'un bakışlarından bile anlayabiliyordum ne kadar bıktığını.