48°SAHTE

9.4K 1.1K 1K
                                    

Merhaba.
Özleştik değil mi?
Nasılsınız Yılanlarım ve Savaşçılarım?

Bölüm sakin ama soruların silinmeye başladığı bir bölüm oldu.
Keyifli okumalar diliyorum.
🖤🤍

Seviliyorsunuz.

Bölüm 48: "SAHTE"

"İnsan iki şekilde kendi oyunlarını kurmaya başlar. Birincisi eskilerden sıkıldığından, ikincisi de sahtelerini daha fazla oynamak istemediğinde."

Hayatımın temel taşları ben daha küçükken başkaları tarafından konulmuştu. Seçim yapma şansı çoğu zaman en sevdiklerim ve en nefret ettiklerim tarafından elimden alınırken öfkem içimde açık bir yara gibi kalmıştı. Kendi öfkeme yenik düşme korkusu öylesine baskındı ki bu korku acıyı tetikliyordu.

Kayıpların getirdiği yaralar ve acılarla başa çıkamayacak haldeyken onu kaybetmiştim. Dedemi. Her gün onun ölmediğine kendimi ikna etmeye çalışmıştım, her gün saatlerce ağlamıştım. Ağzıma tek lokma alamadığım için baygın düştüğüm günler olmuştu. Çünkü ben sadece dedemi değil, babamı da, hocamı da kaybetmiştim.

Oysa şimdi gözlerimin kopyası olan mavi gözleri bendeyken acım kadar gerçekti. Kaşlarım çatıldı ve yutkunamadım. Sadece orada, çıplak ayaklarla ona bakakalırken Hazer Usta'nın bana doğru bir adım attığını fark ettim.

"Sen..." Sesim bir deprem gibiydi. Yıkıcı mıydı yoksa sadece titriyor muydu emin olamıyordum. Tek emin olduğum göğsümdeki bu kırgınlık, öfke, acı ve onlarca duygunun varlığıydı.

"Odana dön Gece," diye buyurdu Hazer Hoca. "Hemen."

Onu kulak ardı ettim, şu an değil Hazer Hoca, kral emir verse umurumda olmazdı. Attığım adım dışarıdan bakıldığında kendinden emin görünse de içten içe tereddüt doluydu. Ona nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyordum. Ona bağırmalı mıydım yoksa koşup boynuna mı sarılmalıydım? Ona defolup gitmesini mi söylemeliydim yoksa kalıp beni uyutmasını mı istemeliydim?

Başkası olsa siktiri çekerdim ama söz konusu o olduğunda...

"Sen," dedim tökezleyen bir sesle. "Sen yaşıyorsun."

"Gece, odana dön dedim sana."

"Benimle dalga mı geçiyorsunuz?" İçimdeki öfke kükreyen bir sesle patladığında sesimin tonu bağırmanın bile ötesinde bir yükseklikteydi.

"Ses tonuna dikkat et," diye uyardı usta. "Ve odana dön." Gözlerim ustanın kara gözlerini bulduğunda yüzümdeki ifadeden bir haberdim ama tenimdeki ateş sönmek yerine daha da artmıştı. Belki de içimdeki bu ateş beni sadece bedenime zarar vermek isteyenlere karşı değil, kalbime zarar vermek isteyenlere karşı da koruyordu.

"Hocam," dedim bu defa öfkeden titreyen sesimle. "İnanın bana size saygısızlık etmek hiç istemem ama..." Sakince yutkundum. "O benim dedem, bu bir Başsavaşçı ile asker konuşması değil." Ona kapıyı gösterdim. "Rica etsem bize müsaade eder misiniz?"

Benden böylesine bir tepki beklemeyen usta saklayamadığı ince şaşkınlığı ile kaşlarını kaldırdığında dedem boğazını temizledi. "Bize biraz müsaade et kardeşim," dedi ustaya. "Nasıl olsa yeniden görüşürüz." Usta kısa bir an şüpheyle ikimize baktı, ardından da dedeme bir baş selamı verdikten sonra karanlığın içerisinde bir gölge gibi kayboldu.

Geriye sadece ikimiz kaldığımızda, içimdeki ateşe rağmen soğuğun beni sardığını hissettim. Onun yanında ilk defa üşüdüğümü hissettim. Beni baştan aşağı dikkatle süzdü, bana bakışında onun yokluğunda yaşadığım her şeyi gördüğünü hissettim. Kendimden taviz vermemek konusunda kararlıydım çünkü lanet olsun ki hayatımda ilk defa ona karşı soru işaretleri taşıyordum.

YILANLAR & SAVAŞÇILAR °VERA°Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin