55.ALESSİYA

9.1K 1.1K 1.2K
                                    

Merhaba!

Uzun olan ama içerisindeki heyecanı yüzünden neredeyse bir gecede bitirdiğim bir bölüm oldu. Tepkilerini o kadar merak ediyordum ki sakın yorumlarda ketumluk yapayım demeyin, duygularınızı benimle paylaşın ki yeni bölümleri yazmak için şevkleneyim. 

Çok uzatmadan bölümü ellerinize bırakıyorum.

Keyifli okumalar...

BÖLÜM 55: "ALESSİYA"

"Acı, her türlü büyüden daha güçlüdür.."

Hayat gerçekten de siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.

İçinde olduğun sancılı uykunun acıdan damarlarında ruhum bir kapandaydı. Derin bir acı hissediyordum, hükmedemediğim bir ateş beni yakıyordu. Kanımdaki ateşin bile bu acıya da ateşe de karşı koyamadığını bilmek beni daha da zora sokuyordu. Bu yüzme bildiğim halde boğulmaya benziyordu. Kulaç atıyordum, bu acının kararttığı sulardan kurtulmak için çabalıyor ama aynı yerde sayıyordum; bazen de batıyordum.

Bilincimin sık sık kapanıp açıldığı anlar oluyordu. Karşılaştığım beyaz tavana her defasında boş gözlerle bakıyor, başımdaki ağrının kulaklarımda bıraktığı keskin çınlamayla yüzleşemeyince gözlerimi yeniden yumuyordum. Bilincim ayakta durmak için bir saniye bile gayret göstermezken bazen bu baş ağrısının yerini saatlerce çığlık atmışım gibi bir boğaz ağrısı alıyordu.

Boğazımdaki çirkin ağrıyla baş etmeye çalıştığım süreçte bedenim kımıldamamakta son derece ısrarcıyken içinde olduğum odaya unutulmuş bir kervansaray gibi kimse uğramıyordu. Bir süre sonra dinginlikle gözlerim yeniden kapanıyor ve zaman bir kör ebe gibi sonsuzluktan geri saymaya başlıyordu. Karanlık da uyku da hiç bitmiyordu.

Bir süre sonra sesler geldi, sesler geldiğinde olmadıklarını fark ettim. Uzun zamandır ne zihnimin içinde ne de dışarıda hiç ses yoktu. Başta tanıdık değillerdi, zamanla netlik kazandılar ve duyguların başını öfkeyle nefret çekti. Ne kadar zaman sonra hareket yeteneği yeniden geldi bilmiyordum ama başımı çevirdiğimde karşılaştığım yüzün onun yüzü olması kalbimdeki öfkeyi harladı.

Tufan Doğu.

Lanet olası Doğu Krallığı'nın lanet olası veliahdı.

Elini kaldırıp yüzüme düşen kızıl telleri yüzümden uzaklaştırırken sanki dünyanın en güzel ve huzurlu anının içindeymişiz gibi bir ifadeyle tebessüm ediyordu. Yeşil gözleri parladığında elini itme gücünü kendime bulamayınca yanağımı okşarken konuştu. "Sonunda uyandın kraliçem."

Yüzümü buruşturarak öksürdüğümde uzanıp beni kaldırdı ve başımdaki sallantıya rağmen sırtımı başlığa yasladığında dünya durdu, sallantı kesildi. Birkaç saniye sadece karşımdaki beyaz, cilalı gardıroba bakarken bir şeyleri algılamaya çalıştım ama yetersizdi. Seslerle birlikte gelen uğultu şimdi zihnimin içerisinde bir mehter takımı gibi dolanıyordu.

Arka arkaya gözlerimi yumup açtım, nefeslerim içimdeki öfkeye karşın dingindi. Ben gardıroba baktım, o da bana. "Bunu içmelisin." Dudağımın önünde beliren küçük, içi şeffaf kızıl bir içecek dolu bardağa baktım. Bir şat bardağı kadar küçüktü ve kırmızı rengi etrafımdaki soluk renklere nazaran rahatsız edici bir parlaklıktaydı.

Kendimi o kadar ağır hissediyordum ki öfkem bile yavaştı. "İstemiyorum," diye homurdandım ağzımın içinde. "Neden burayım ben?" Kelimeler ağır ağır döküldü. "Sen... Nasıl..."

YILANLAR & SAVAŞÇILAR °VERA°Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin