28. BÖLÜM ∫ GÖKYÜZÜNÜN SINIRLARI

108 11 2
                                    

Biliyorum biliyorum çok uzun bir zaman oldu. Önceki bölüme bir göz atıp bölüme başlayabilirsiniz ❤️

28. BÖLÜM: GÖKYÜZÜNÜN SINIRLARI

"Tamam," dedi Revalius.

Demir parmaklara hırçın bir şekilde asıldım. Bilinci yerinde miydi onun? Öylece dünyayı yok etmesine izin mi verecekti? "Ne yapıyorsun?" diye konuştum bir umut kendine gelmesini bekler bir sesle. Ancak arkasını dönüp yüzüme bile bakmayarak beni duymamayı tercih etti.

"Eğer herhangi bir kahramanlık yapmaya kalkarsan," diye başladı Ölümün Efendisi ve gözlerini bana çevirerek kaşlarıyla işaret etti. "Ona zarar vermekte bir saniye dahi gecikmem."

Az önce yaptığı tüm o aile ayaklarından sonra şimdi de öz kızına zarar vermekten mi bahsediyordu? Ah, cidden tam anlamıyla kötü adamdı. "Yapabiliyorsan yapsana," dedim sinir bozucu bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirmişken. Konuşmamla Revalius hariç hepsinin bakışları bana döndü. Alina gözleriyle sessiz olmam için yalvarıyor gibi duruyordu ve bu ona karşı kaşlarımı çatmama neden oldu. Bunu gördüğünde tek yaptığı gözlerini kaçırmak olmuştu.

"Sana yapamayacağımı düşündüren ne?" dedi Ölümün Efendisi kaşlarını tek bir sözümle yeryüzünü patlatacak bir kibirle alnına kaldırırken. "Senin kızın olmam tabii ki. Ne oldu, az önce yattığın tüm o iyi baba ayakları?" diye sordum ve bakışlarımı bilip bilmediğini anlamak için Revalius'un üzerinden çekmedim. Sırtı biraz hareketlendiğinde bana bakacağını düşünsem de yalnızca kafasını Ölümün Efendisi'ne çevirip ondan önce konuşmaya başladı.

"Daha fazla zaman kaybetmeyelim, şimdi gönder beni," dediğinde dudaklarımı ağzımın içerisine yuvarlayıp hırsla ısırdım. Bana zarar veremezdi işte, ne diye diretip duruyordu? Ölümün Efendisi sessiz kalıp pelerininin arkasına sakladığı ölümcül iksirini çıkarıp üstüne sardığı koruyucu örtüyü çıkardığı an Revalius karnını tutarak yere eğildi. Acıyla inlememek için kendini tuttuğunu görebiliyordum. Dişlerimi sıktım ve yanında olmayı diledim ancak bu lanet parmaklıkların arasındayken böyle bir şey olması mümkün gözükmüyordu.

Ölümün Efendisi iksir şişesinin tıpasını açtığında telaşla öne atıldım. Cebinden çıkardığı bir kolyenin ucuna bir damlasını damlattıktan sonra o zinciri Revalius'un boynuna geçirdi. Dudaklarını kıpırdatarak bir büyü fısıldadığında zinciri boynuna sabitlediğini anlamıştım. "Yürüyebilip konuşacak kadar gücün var ama büyülerini kullanamazsın, bir hafta içinde ordumu istiyorum," diyerek geri çekildiğinde koşup boğazına parmaklarımı sarasım gelmişti. "O zaman nasıl orduyu getireceğim," dedi hırıltıyla Revalius. "Beni ilgilendirmez," dedikten hemen sonra yan tarafında kara bir girdap oluştu.

"Durun," diye bağırdım aceleyle. Ölümün Efendisi'nin bakışları bana dönerken kaşlarını çattı. "Sarılmak istiyorum, son bir kez," diye konuştum cesaretimin kelimelerden akıp gittiğini hissederken. Ölümün Efendisi başta kesinlikle reddedecekmiş gibi görünüyordu fakat Alina elini babasının koluna koyup başını bir kez salladığında kararsızca bana baktı. "Lütfen," diye fısıldadım dudaklarım yalvarmanın etkisiyle yanarken. Daha sonra sabunla yıkadığımdan emin olmalıydım.

İç çekerek eliyle kafesin kapısını açtığında küçük ama hızlı adımlarla Revalius yanına gittim. Boynuna kollarımı dolayıp sarıldığım an derin bir nefes aldığını fark etmiştim. Eğer kolyeyi boynundan çıkarabilirsem hiçbir sıkıntı kalmayacaktı ama bunu Ölümün Efendisi'nin gözü önünde de yapamayacağımın bilincindeydim.

Yüzümü boynuna gömüp bakışlarımı birkaç adım ötedeki boyut kapısına yönelttim. "Yeter bu kadar." Ölümün Efendisi'nin sesini duyduğumda Revalius kollarını belimden çekmek üzereydi. Gözlerimi kısa bir anlığına kapatıp derin bir nefes aldım ve kendime ikinci bir düşünme şansı vermeden ikimizi de girdabın içerisine ittim. Düşme hissi dört bir yanımı sardığında kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Revalius'tan kollarımı ayırmadığım için sevinirken tüm gücümü ondan ayrılmamak için kullandım.

CLAMOR EFSANESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin