8. BÖLÜM: KARADUMAN
❧Kara büyü kullanan ve sandığım kadarıyla bu büyüde ustalaşmış bir lord çocuğunun benim gibi daha yeni yeni büyü yapmaya başlayan bir cadıdan isteyebileceği ne gibi bir yardım vardı ki?
Devam etmesini istercesine gözlerine baktığımda dudaklarını yalayarak bana daha da yaklaştı. Artık aramızda bir-iki adımlık mesafe kaldığında iki elinin de arkasında olduğunu fark etmiştim. Kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırdım ve burnuma gelen kokuyu dağıtmak için elimi yelpaze gibi kullanarak yüzüme doğru salladım. Görüşüm hafifçe bulanıklaştığında Jonas'ın yaklaşarak beni kollarımdan yakaladığını gördüm. "Üzgünüm Nessa ama şeytanı geri göndermemiz gerekiyor."
Duyduğumu hatırladığım son sözler bunlardı.
• ❧ •
"Nasıl yaparsın? Öylece Nehiraltı leydisini kaçırıp geldin, sana inanamıyorum. Lord Patrick kızının yokluğunu fark etmeyecek mi sanıyorsun, kullandığın büyü izlerini takip edemeyecek kadar deneyimsiz gibi mi gözüktü gözüne?!"
"Sence arkamda büyü izi bırakacak kadar aptal mıyım? Şeytanı tuzağa çekeceğiz ve yüzyıllardır nerede tutuluyorsa oraya geri göndereceğiz. Sonra da kızın hafızasını temizleriz, olur biter. Gördün mü? Bu kadar tatava yapmana gerek yoktu!" İşittiğim tartışma sesleriyle elimi sızlayan başıma götürdüm ve bastırarak ovdum. Bu büyü her neyse içimdeki tüm enerjiyi emip götürmüştü.
Gözlerimi aralayıp tartışmayı bırakan ve gözlerini üzerime diken adamlara baktım. Birisi Jonas idi, diğeri ise bizim yaşlarımızda bir oğlandı. Jonas'a benzemesi bana aralarında kan bağı olduğunu düşündürttü. Bir dakika, şeytanı tuzağa düşürmekten bahsetmişlerdi değil mi? Hayır, hayır, hayır... Eğer şeytan gider ve dünya yeniden karanlığa bürünürse onu düzeltecek kimse olmayacaktı, onu geri göndermelerine engel olmalıydım.
Üzerinde uyuduğum yatakta doğrulduğumda başıma saplanan acıdan dolayı dişlerimi sıkmak zorunda kaldım. Gözlerimi bulunduğumuz odanın camına çevirdiğimde gördüğüm manzara kesinlikle Nehiraltı'na benzemiyordu. Cidden beni Karaduman Kalesi'ne mi getirmişti bu adam! Sinirden yanan gözlerimi Jonas'ın üzerine yönelttim. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye dişlerimin arasından ona bir nevi tısladığımda gözlerini kaçırarak başını yere eğdi. "Bir hata yaptın. Şeytan cehennemden hiç çıkmamalıydı, şimdi de onu geri göndereceğiz. O kadar."
Ağzımdan alaylı bir 'hah' sesi çıkardım. "Öyle mi? Peki bunun benimle ne alakası var? Şeytanın beni kaçırdığınız için buraya gelecek kadar bana değer verdiğini falan mı sanıyorsunuz?" Jonas gözlerini yerden kaldırarak gözlerime çevirdi. Yüzünde kendini bilmiş bir gülümseme oluşmuştu. "Aslına bakarsan, az önce buraya geldiğine dair bir duyum aldık."
Hadi ama! Sinirle gözlerimi kapattığımda tekrar konuşmaya başladı. "Sana zarar vermeyeceğiz Nessa, bunları hatırlamayacaksın bile. O yüzden rahatına bak."
"Neden yapıyorsunuz bunu? Dünyayı kendi ellerinizle karanlığa istiyorsunuz. Ne için peki, Ölümün Efendisi her yeri fırtınaya boğduğunda ne halt yiyeceksiniz?!" Elimi boynuma kaydırarak sakinleşmek adına ovaladım ancak ne mümkündü! Hemen sonrasında aklıma düşen bir ayrıntıyla gözlerimi ikisinin üzerinde gezdirdim. "Ölümün Efendisi'ne çalışıyor olamazsınız değil mi?"
İki Karaduman'lı da benimle göz göze gelmekten kaçındığında kirpiklerim ağır çekimdeymişcesine yavaşça birbirine değdi. "Bunu yapmıyoruz deyin bana." diye neredeyse fısıldar bir şekilde konuştum. "Aslına bakarsan, yapıyoruz." Jonas sonunda soruma cevap vermişti ancak bunlar duymak istediklerim değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CLAMOR EFSANESİ
ФэнтезиYüzyıllar önce Ölümün Efendisi, tüm dünyayı yok edecek bir ordu kurmak için şeytanla anlaştı. Şeytan ona bu güçlü orduyu parmağını şıklatarak verirse işin hiçbir eğlencesi kalmayacağını düşünüyordu. Bu yüzden orduyu yediye böldü ve yedi ayrı diyara...