BÖLÜM 4: KAMP ATEŞİ
❧Neyseki bir yalan uydurmama gerek kalmadan Meli gelmiş ve beni bu zahmetten kurtarmıştı. Koluma girerek beni yaşadıkları eve sürüklediğinde baş muhafızın ters bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Eve girdiğimizde Meli beni masaya oturttu ve önüme bir bardak su bıraktı. İhtiyacım olan şey buymuş gibi ihtiyaçla suyu tükettiğimde Meli'nin karşımdaki sandalyeye yerleştiğini gördüm.
"Kaba olmak istemem ama, burada ne işiniz var leydim? Evinizden oldukça uzaktasınız, üstelik bu fırtınada nasıl buraya geldiğinizi merak ediyorum." çekingen bir şekilde konuştuğunda kendimi zorlayarak hafifçe gülümsedim. Ne düşünmüştüm ki? Buraya gelir gelmez her istediğimi yapacaklarını ve sorgusuz sualsiz beni Sivridiş mağarasına götüreceklerini mi?
Dudaklarımın arasından nefesimi verdiğimde gözlerine bakarak konuşmaya başladım, en azından denemeliydim. "Meli, bu fırtına sonsuza kadar sürecek. Güneşi geri getirmemiz gerekiyor." Kaşlarını çatarak anlamaya çalışır bir biçimde bana baktı. "Ne demek sonsuza kadar sürecek?"
"Dediğim gibi, eğer güneşi istiyorsak da şeytana ulaşmamız lazım. Ben.. düşündüm ki beni Sivridiş mağarasına kadar götürebilirsiniz..." ayağa kalkarak odanın içinde dolanmaya başladı. "Sen ne dediğinin farkında mısın? Oraya giren ve bir daha çıkamayanların hikayeleriyle büyüdüm ben! Şimdi de seni oraya götürmemizi mi istiyorsun? Hem şeytana ulaşıp da ne yapacaksın ki?"
Bende ondan gelen gerginlikle ayağa kalktığımda Roni gelen seslerle bir odadan çıkarak yanımıza gelmişti, beni gerçekten gördüğüne inanamıyormuş gibi bir hali vardı. Meli'nin sorusuna bir cevabım olmadığını anladığımda dudağımı dişledim. Aptal kafam! Şeytan beni o kadar çok acele ettirmişti ki orada ne yapacağımızı öğrenmeyi dahi unutmuştum. Buraya geldiğime pişman olmaya başlamıştım bile.
"Bilmiyorum, söylemedi. Sana ihtiyacım var Meli, ben... başka yardım isteyebileceğim kimse yok." Meli bu sözlerimden sonra durulmuş ve bir süre yüzüme bakmıştı. Roni de aynı şekilde bakışlarını üzerime dikmişti. İzlenmenin verdiği rahatsızlıkla kıpırdandım ama bir şey demeden Meli'nin vereceği cevabı bekledim.
Ancak o hiçbir şey söylemeden bir odanın içerisine girip kapıyı da arkasından kapattı. Zorla yutkunarak hala karşımda olan Roni'ye baktım. Yavaş adımlarla önüme kadar geldi. Boğazıma kadar dolmuş hissediyordum ve birazdan gözlerimde biriken yağmur bulutları harekete geçebilirdi. Roni bir elini omzuma koyarak sıktı. "Üzülme, sana yardım edeceğiz."
Aklım Meli'nin gittiği odaya kaydığında nasıl der gibi gözlerine baktım. "Şu an hazırlanıyor, bende toparlansam iyi olacak." dedi ve gözden kayboldu. Gergin bir şekilde tek ayağımı yere vurmaya başladım. Gelmezlerse ve büyünün etkisi hala geçmediyse buradan doğru eve giderdim. O kadar şansım varsa. Oraya tek başıma gidecek kadar cesur bir cadı değildim. Bildiğim büyülerin çoğu beni korumak için yeterli de değildi. Arges da okumayı çok istememin sebeplerinden biri de büyü öğrenmek istememdi. Nehiraltı'nda bana büyü öğretebilecek kimse yoktu.
Bir süre daha bekledikten sonra iki kardeş aynı anda odalarından çıkarak yanıma geldiklerinde derin bir nefes aldım. Meli üzerine daha kalın bir şeyler giyinmişti ve sırtına taktığı orta boyutlarda sayılabilecek bir çanta vardı. Roni de sadece üzerini değiştirmişti.
"Teşekkür ederim." diye mırıldandım mahçup bir şekilde. Meli samimi bir şekilde gülümsedi. "Yükseldiğim için özür dilerim, sadece şoka girmiştim." kıkırdadığımızda bakışlarımı Roni'ye yönelttim. Ona da teşekkür etmek için dudaklarımı araladığım sırada tek elini kaldırarak beni durdurdu. "Güneşi geri aldığında sana borçlu kalmamak için yapıyorum bunu." Başımı salladım ve kapıya yöneldim ancak aklıma gelen şeyle duraksadım ve onlara döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CLAMOR EFSANESİ
FantasyYüzyıllar önce Ölümün Efendisi, tüm dünyayı yok edecek bir ordu kurmak için şeytanla anlaştı. Şeytan ona bu güçlü orduyu parmağını şıklatarak verirse işin hiçbir eğlencesi kalmayacağını düşünüyordu. Bu yüzden orduyu yediye böldü ve yedi ayrı diyara...