9. BÖLÜM: ŞEYTANIN KAFESİ
❧Gözlerimin yanmasını sonlandırmak için elimle yüzüme hava yapmaya başladım. En nefret ettiğim özelliğimdi bu, çok sinirlendiğimde ya da çok ağladığımda gözlerim ısınır ve etrafı kızarırdı. Son bir kez burnumu çekip başımı şeytanın göğsünden kaldırdım ve etrafıma bakındım.
Yolculuğumuz sonunda bitmişti anlaşılan. Ne kadar zamandır bu atın üzerinde olduğumuzu bilmiyordum. Tek bildiğim bu adamın bir ejderhayla Karaduman Kalesi'ni yerle bir ettiğiydi. Sıkıntılı bir yumru göğsümün tam ortasına oturduğunda gözlerim gördükleri karşısında hayranlıkla irileşti. Etrafımız gri sisle kaplanmıştı ancak onun bile kapatamadığı heybetli bir saray görüş açımdaydı. Sanki bir dağın üzerine inşa edilmişti ve etrafındaki her şeyden daha yükseğe uzanıyordu. "Burası neresi?" diye sordum.
"Evim." diyerek cevap verdi. Şeytanın evi öyle mi? Sarayın tepesinde dolanan birkaç tane ejderha fark ettiğimde nefesimi tutma gereksimi duymuştum. Demek oraya çağırdığı ejderha, sahip olduğu tek ejderha değildi.
At pekte geniş olmayan taştan patikanın üzerinde ilerlemeye başladığında aşağıya bakmamak için büyük uğraş harcıyordum. Bulutların bile üstündeysek oradan düşmek ne kadar acı verici olurdu kim bilir? Elim şeytanın göğsündeki kumaşı kavradı, o ise bu hareketimle bir elini belime dolamıştı. Hafifçe geriye çekilerek yüzüne baktım. Kızıl gözleri anında gözlerimi buldu, simsiyah diye nitelendirdiğim saçlarının arasına da kızıl tutamlar serpilmişti. Neden birden bire gözünün ve saçının renk değiştirdiğini bilmiyordum. "Benden nefret ediyorsun, değil mi?" diye konuştuğunda gözlerim yeniden gözlerini buldu.
"O kalenin içinde yaşayanlar öldü, düşen kayaların altında kim bilir kaş kişi can verdi? Senden nefret edecek birileri varsa, onlar da orada yaşayanlar." Belimdeki elini sıktığında dikkatimin oraya kaymasına engel olmak için kaşlarımı çattım. "Belki de haklısın, hepsi beni öldürmek için sıraya girmişken onlara fırsat vermeliydim."
Beni yanlış anlıyordu! "Sana kendini öldürt diyen mi oldu?! Yapacağın tek şey beni almak ve oradan gitmekti, arkanda koca bir enkaz bırakman değil!" Ağzından alay dolu bir ses çıkardı. "Ve tüm bunları hiç kan dökmeden mi yapmamı bekliyordun? Sen kesinlikle hayal dünyasında yaşıyorsun."
"Hayal dünyasında falan yaşamıyorum ben!" diye tısladım ancak ne söylersem söyleyeyim doğru olarak gördüğü düşüncesini değiştiremeyeceğimi fark ettiğimde, daha fazla nefesimi tüketmek istemedim ve kafamı tekrar göğsüne yasladım. O da belimi tutan elini değil de diğer elini sırtıma koyarak beni iyice kendine yasladı. Gözlerimi kapattığımda birbirimizden uzaklaşmamız gerektiği yerde daha da yakınlaştığımızı fark ettim. İrkildim ancak geri çekilmek için hiçbir çaba göstermedim, olması gereken şey buymuş gibi.
"Adın ne?" diye sordum mırıldanarak. Ona sürekli şeytan demeye alışsam da ona hitap etmek için bu sıfatı kullanamıyordum. Bir elini bedenimden çekerek saçlarıma getirdi ve onlarla oynamaya başlarken konuştu. Saçlarımı sevdiğini fark etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CLAMOR EFSANESİ
ФэнтезиYüzyıllar önce Ölümün Efendisi, tüm dünyayı yok edecek bir ordu kurmak için şeytanla anlaştı. Şeytan ona bu güçlü orduyu parmağını şıklatarak verirse işin hiçbir eğlencesi kalmayacağını düşünüyordu. Bu yüzden orduyu yediye böldü ve yedi ayrı diyara...