19. BÖLÜM: CEHENNEM
❧Zamanın ve mekanın ötesinde, bir boşlukta sallandırılıyordum sanki. Nefes almam gerekmiyormuş gibiydi, hareket etmesem veyahut göz kırpmasam hiç sorun olmayacaktı.
Bu his nereden gelmişti bilmiyordum ama göz kapaklarımın açılmaya başlaması, zaman ve mekan kavramının geri gelmesine neden oldu. Kirpiklerimi ağır ağır kırpıştırdım ve burnumu kırıştırarak soluduğum kötü kokudan kendimi men etmek istedim.
Bakışlarım etrafta gezinmeye başladı, büyük, daire şeklindeki bir odanın tam ortasında, kollarımı yukarıdan bağlamışlardı ve benim ayaklarım yere basıyor olduğu halde tavandan sarkıtılıyormuş gibi hissetmeden edemedim. Ama bundan çok daha ilginç bir şey daha vardı. İnsan yüzlü ve insan vücutlu birkaç kişi vardı ancak onları insanlardan ayıran kafalarının iki yanında kıvrılarak havaya uzanan boynuzlarıydı.
Gözlerim irice açıldı ve beni dikkatle inceleyen bakışlardan ürktüm. Bunlar... Cehennem zebanileri. En büyük gayeleri, acı çektirmekti. Üzerimdeki elbise bir başka beyaz elbiseyle değiştirilmişti ancak aynısı mı farklısı mı olduğunu anlamamıştım. Boyutu ve şekli birebir aynıydı ancak suyla ıslattığımdan değiştirdiklerini düşünüyordum. Belki de kurutmuşlardı. Üzerimi kim değiştirmişti?
Ah, şimdiden deliriyordum. Harika! Zebanilerden koyu bol kumaşlar giyen 30'lu yaşlarda gibi görünen adam sert bakışlarını benden ayırmadan birkaç adım öne çıktı. Hiçbirinin saçlarının olmaması, boynuzlarından kaynaklıydı sanırım. "Suçların gittikçe katlanıyor, Günahkâr. Cehennemden kaçmaya çalışmak, çekeceğin işkenceyi ikiye katlar."
Dişlerimi birbirine sürttüm. "Bana bak, ben ne suç işledim ne de Günahkâr'ım. Şeytanı kurtardım diye bir yüzüme tükürmediğiniz kaldı ama onun sayesinde şu an Dünya, Güneş'in ışınlarını alabiliyor. Suçlu arıyorsanız Ölümün Efendisi bu sıfata gayet müsait." Zebaninin yüzünde sinir bozucu bir sırıtış belirdi. "Bizim karar vereceğimizi ya da sana acıyacağımızı sanıyorsan çok yanlış dala tutunuyorsundur."
"Bana acıyın diye demiyorum zaten. Burada yanlış kişiyi tutuyorsunuz." dedim üzerine basa basa. Benimle konuşan zebani sıkkın bir nefes alarak kafasını iki yana salladı. "Bak dişi, Günahkâr'lar buraya gelir. Biz zebaniler ise onlara acı çektiririz. Diğer etkenlerle ilgilenmiyoruz, kimsin ya da önceden kimdin umurumuzda değil. Şu anda Günahkâr'sın ve bu bize sana işkence yapabilme fırsatı sunuyor. Ayrıca bilirsin ki acı çektirmekten zevk alırız, acıma duygumuz da yok. Demem o ki, işkence zamanı çığlıklarını içinde tutma. Daha da hırslanmayalım. Anladın mı?"
Kafamı yere vura vura bayılmak istiyordum. Ölmeyeyim ama, yine buraya gelirim falan. Sonsuz bir uykuya gömülsem harika olmaz mı? İşkence diyor, zevk alırız diyor. Ben hangi cehennemdeyim böyle? Hah, espri bile yapamıyordum artık.
Zincirleri avucuma alarak yine eritebilirdim, yine kaçardım ve cezam üçe çıkardı. Oflayarak yukarı baktığımda ellerimi, ellerimin sığacağı büyüklükte bir şeye koyduklarını fark ettim. Ellerim içerde yumruktu ancak bunu daha önce neden hissetmemiştim bilmiyordum. Baya da sıkıyordu yahu! Huzursuzca kıpırdanıp başımı zebanilere çevirdim ancak çevirdiğim an bileklerimdeki baskının yok olmasıyla kaşlarımı çattım. Yeniden yukarı baktım ama oradaydı işte, ellerimi sıkıca saran bir çift kelepçe.
Huzursuzca yeniden zebanilere baktığımda kendi aralarında bakıştıklarını fark ettim. Aynı zamanda da ellerimi koydukları kelepçeleri hissetmememle dudağımın bir köşesi kıvrıldı ama hemen düzelttim. Bu zebanilerin kaşları da yoktu, daha doğrusu vücutlarında herhangi bir tüy barındığını sanmıyordum. "Başlayalım artık," dediğinde kalbim delicesine göğüs kafesime vurmaya başlamıştı.
![](https://img.wattpad.com/cover/188855698-288-k566239.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CLAMOR EFSANESİ
FantasyYüzyıllar önce Ölümün Efendisi, tüm dünyayı yok edecek bir ordu kurmak için şeytanla anlaştı. Şeytan ona bu güçlü orduyu parmağını şıklatarak verirse işin hiçbir eğlencesi kalmayacağını düşünüyordu. Bu yüzden orduyu yediye böldü ve yedi ayrı diyara...