30. BÖLÜM: TACIN UCUNDAKİ ADAM
❧ 1. KİTABIN FİNALİ"Şimdi ne yapıyoruz?" diye sordum yeni yeni doğmaya başlayan güneşin altında yüzümü yıkarken. Gözlerimi irice açıp kapatarak kendime gelmeye çalışıyordum.
"Şeytanların tarafına geçeceğiz, sonrada lav askerlerini bulmam gerekiyor." Duraksayarak kafamı ona çevirdim. Akşamki konuşmamızın ardından birkaç kayanın çevrelediği çimenlerin üstünde uyumuş ve dinlenmiştik. Şimdi şafak söküyordu, bu da harekete geçmemiz gerektiğine işaret ediyordu. "Orduyu bulmayacağız sanıyordum," diye mırıldandım kararsızca. Bakışlarım ellerime düştü ve işaret parmağımdaki yüzüğü çevirdim.
"Bulacağız," dedi sırtını dikleştirirken. "Ölümün Efendisi buraya kendi gelemediği için beni yolladı ve bizde sonsuza kadar burada saklanamayız. Onun sonuncu ordusunu bulacağım ve onun eline geçmediğinden emin olacağım."
Dudaklarımı ıslattım. "Ya biz dönemeden savaş başlatırsa? 6 ordusuyla da büyük bir galibiyet kazanabilir."
"Kazanabilir evet, o yüzden mümkün olduğunca hızlı bir şekilde geri dönmemiz gerekiyor." Zihnimin içerisinde Hersus'un sözleri yankılanırken sessiz kaldım. Bir haftadan daha önce portaldan geçemeyeceğimizi zaten biliyordu. Eğilip eteğimdeki tozu uzaklaştırmak için kumaşı silkeledim. Ormanın içinde beyaz bir elbise kesinlikle iyi bir seçim değildi. Bütün toprağı toplamıştım resmen. Birkaç saniye sonra elbisem daha iyi bir duruma geldiğinde Revalius'un su kabının içini doldurmasını ve ayağa kalkmasını izledim. Gözleri anlık olarak bana çevrildiğinde duraksadı. "Bir sorun mu var?" diye sorduğu zaman gözlerimin sulandığını fark etmiştim.
Boğazımda büyük bir yumru varmışçasına zorlukla yutkunarak gözlerimi kaçırdım ve kafamı sağa sola salladım. Kirpiklerimi hızlıca kırparak gözlerimdeki sululuğu giderdiğimde bir adımda önüme gelmişti. Elini çeneme koyarak kafamı kaldırmamı ve göz göze gelmemizi sağladığında dudaklarımı araladım. Onun kızıl gözlerinin içerisinde bana ait kırıntılar vardı. O kırıntıları orada gördüğüm her anda da eksik yanlarımın orada güvende olduğunu biliyor, rahat nefes alabiliyordum. "Sadece... Her şey çok hızlı oluyor ve bu yolun sonunda ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorum. Bundan korkuyorum."
İrisleri sonuna kadar anlayışla dolarken yanağımdaki parmağını hafifçe tenime sürttü. "Korkmana gerek yok," diye konuşmaya başladığında kafasını eğerek yüzlerimizi eşitledi. "Bilinmezliğin binlerce ihtimali var diye yolda yürüyemezsek, adımlarımızın sonunu göremiyoruz diye daha en başından vazgeçersek, işte o zaman korkacağımız bir şeyler var demektir." Sıcak nefesi dudaklarımın üzerine vuruyorken dudaklarımı yalamamak için kendime zor engel oluyordum. Sözlerinde haklıydı, vazgeçmememiz gerektiğini biliyordum ama korkuyordum işte. Sonunda onu bir daha görememekten, apayrı dünyalara düşmekten...
Ellerim havalanarak göğüslerindeki yerlerine yerleştiğinde derin bir nefes aldım. Gözlerim kararlılık duygusunun en somut haliyle parlıyordu. "Bana her şey bittiğinde hala yanımda olacağının sözünü verebilir misin?" Dudakları iki yana gerildi, gözleri iki gözümde de uzun bir süre oyalanarak her bir ayrıntıyı inceledi. Boynumla yanağım arasındaki elini aşağıya kaydırarak fesatlıktan uzak bir şekilde sol göğsümün üzerine yasladı. Kalbim orada olduğunu kanıtlamak istercesine göğüs kafesime daha sert bir şekilde vurmaya başladı. "Yanında olacağım, her zaman."
Göğsümün içinde depolanan nefesimi duyduklarımın verdiği bir rahatlıkla geri bıraktığımda dakikalardır süren göz temasımızı bozarak etrafa bakındım. Doğan Güneş'in ışıkları daha da belirginleştiğinden etrafı görmek kolaylaşmıştı. Elini göğsümün üzerinden çekerek su matarasını belindeki kemere yerleştirdi. Bana dönmeden elime uzandığında parmaklarım memnuniyetle onun avucu arasında kaybolmayı kabul etti. Yürümeye başladığımız süreç içerisinde ikimiz de sessizdik. Tuhaf bir mutluluk içerisindeydim, bir şeytanın sözüne bu kadar güvenmem normal miydi?
![](https://img.wattpad.com/cover/188855698-288-k566239.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CLAMOR EFSANESİ
Viễn tưởngYüzyıllar önce Ölümün Efendisi, tüm dünyayı yok edecek bir ordu kurmak için şeytanla anlaştı. Şeytan ona bu güçlü orduyu parmağını şıklatarak verirse işin hiçbir eğlencesi kalmayacağını düşünüyordu. Bu yüzden orduyu yediye böldü ve yedi ayrı diyara...