Saat 8 sularında. Sonbaharın ufak rüzgarları yüze çarparken ağaçların yaprakları tamamen sararmıştı. Gerçi çoğu turuncu.
Turuncu saçlı ve genç bir erkek yolda ilerlerken saçları yaprakların rengiyle karışıyordu. Aslında bu çok hoş bir görüntüydü. Hatta daha fazlasıydı. Bir elinde ufak, kahverengi bir iş çantası diğer elinde ise turuncu saçlarını örten fötr şapkasını tutuyordu. Üzerinde bir gömlek ve kravat, onun üzerinde ise koyu kahverengi çizgileriyle beraber kahverengi bir yelek giymişti. Ve son olarak tüm bedenini kaplayan uzun, siyah bir palto vardı. Kırmızımsı dudaklarında da yeni içmeye başladığı sigarası duruyordu.
Yavaşça yürürken ayakkabısının kısa topukları kaldırıma vuruyor ve güzel bir ses çıkıyordu. Yanında şemsiye yoktu fakat yağan yağmur az önce dinmişti.
Biraz daha yürüdükten sonra turuncu ve sarı yapraklarla donanmış yaşlı ve uzun bir ağacın altında durup beklemeye başladı. Arada saatini kontrol ediyor, sonrasında caddeye doğru kafasını uzatıp beklediği taksinin gelip gelmediğine bakıyordu. Asfalt yolda yağmurun oluşturduğu küçük göllerin üzerine yansımış, karşısında duran dükkanların renkli panolarını izliyordu. Binalar koyu renkteydi ve bu onun hoşuna gidiyordu.
Saatini tekrar kontrol etti. 07.55. Hâlâ beklediği taksi gelmemişti. Yaklaşık 15 dakikadır onu bekliyordu fakat görünürde bir sarı taksi hariç her şey vardı.
"Hey."
Bir ses, bir adamın sesi kulağına geldi. Etrafına bir bakındı. Ama yine de kimseyi göremedi. Yanlış duyduğunu düşünüp yeniden taksisini gözetlemeye başladı.
"Saçların çok güzel."
Yine o ses. Bu sefer kafasını kaldırıp altında durduğu ağaca baktı. Ağacın üzerinde genç bir adam oturuyordu. Sanırım onun yaşlarındaydı ama hangi adam yağmurun sırılsıklam ıslattığı bir ağaca çıkardı ki?
"Teşekkür ederim." diyerek yeniden önüne dönüp taksisini beklemeye başladı kızıl saçlı olan.
"Yazar mısın?"
"Efendim?" Kızıl saçlı yeniden kafasını kaldırıp ağacın dallarının birinde oturan adama baktı.
"Yazar olduğunu düşündüm de."
"Yazarım ama nereden düşündün?"
"İçgüdü diyelim."
Kızıl saçlı olan ufak bir "pekala." diye fısıldayıp önüne dönecekken o adam tekrar konuştu.
"Bu sıralar ünlü olan The Daily Miracles, değil mi?"
"Bu da mı içgüdüydü?"
"Tahmin yürütmüştüm sadece. Böyle görkemli giyinen ve yazar olan insanlar adı bile bilinmeyen gazete firmalarında çalışmazlar."
"Ne yazdığımı da biliyor musun?"
"Hmm, hayır. Yalnızca bir kere çantandan yeni çıkan gazeteyi düşürmüştün, o zaman incelemiştim biraz."
"Peki sen? Sen bir iş yapıyor musun?"
"Ben de yazarım."
"Uh, yazar gibi durmuyorsun." Onu izleyen bandajlı gence baktı. Meslektaşı olması biraz şaşırtıcıydı. İlk olarak bulundukları yer Londra'ydı ve ikisi de Asyalıydılar. Hatta ikisi de Japondu.
"Zaten şu an yazarlık yapmıyorum." Kollarını göğüs hizasında bağladı.
"Ne yapıyorsun peki?"
"Küçük hayaletler çiziyorum."
(Not: Dazai Osamu'nun "İnsanlığımı Yitirirken" adlı kitabında ortaokul zamanlarında hayaletler çizdiğini söylemişti, oraya gönderme.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Casta Diva |Soukoku|
FanfictionGünahlarım korkunçtu; ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu, başvuran herkesi bağrına basıyordu. Ve şüphesiz bağışlayıcı benim en iyi seçeneğimdi.