Yalnızın durumları

245 36 8
                                    

Ertesi gün kızıl saçlı olan tanıdık olmayan bir yatakta gözlerini açtı. Aslında burayı tanıyabilirdi, tabii dağınık olsaydı. Yattığı yerden doğruldu. Üzerinde kendine fazlaca büyük gelen bir gömlek olduğunu fark etti. Biraz saçlarını karıştırdı, tam uyanamadığını hissediyordu. Cam açıktı ve kuş sesleri geliyordu. Sanki sonbahar gitmişti ve onun yerine daha canlı bir ilkbahar gelmişti. Aslında ilkbaharın gelmesi ona daha çok hüzün verirdi. Onu mutlu yapan şey sonbaharın yalnız güzelliğiydi. Yataktan kalkıp yaprakları dökülmüş ağaçlarının dallarının uzandığı pencereye yaklaştı.

Havadan güzel ve serin bir hava geliyordu. Bu hava bir su gibi kızılın yüzünü yıkıyor ve ona canlılık veriyordu. Kızıl da bu rüzgara rağmen kenardaki komodinden bulduğu bir sigarayı yakmaya çalışıyordu. O, dört mevsim içmezdi; sonbahar onu içmeye teşvik ederdi.

Dışarı baktığında yine aynı manzara vardı. Dökülmüş yapraklar... Fakat bu sefer bu yapraklar sanki onunla konuşuyor gibiydi. Tatlı bir anıyı ona söylemeye, hatırlatmaya çalışıyorlardı sanki. Kızıl ise anlamamazlıktan gelip sigarasından bir nefes çekip bomboş gökyüzüne bakıyordu.

Tüm evin içi sessiz gibiydi. Sanki ondan başka biri yokmuş gibi hissediyordu. Belki de bu yüzden bu kadar rahat ve umursamazdı. Onu rahatsız eden birinin varlığı bu evde yokmuş gibi...

Bazen bazı rahatsız edici kimseler aslında kendi içimizde önemli bir yere sahiptir.

Bu kişileri elbette merak ederiz, merak etmemizi kendimize yediremeyiz ve kendimizle kavga ederiz. Sinir bozucu insanları sevmenin en can sıkıcı yanıdır bu. Bir zaman sonra onunla değilde kendinle, onun için tartışığının farkına varırsın.

Genç adam da şu an bir şeyler düşünüyordu. Belki de bahsettiğim o iç çatışmalardan birini yaşıyordu. Gerçi o inatçıydı. Kendine yediremezdi böyle şeyleri ve hemen homurdanıp boş verirdi.

Bir süre sonra sigarayı bırakmak istedi ve dışarıya bakan denizliğe sigarasını bastırıp söndürdü, camı kapattı.

Evde öylece dolaşmaya başladı. "Dazai." diye seslenmeyi yine kendine yediremedi.

Seslenmesine gerek yoktu aslında, onun varlığını bu evde hissediyordu.

Sırasıyla yavaş adımlarla mutfağı, mutfakla yan yana olan küçük oturma odasını ve tuvaletleri dolaştı. Hiçbir yerde onun varlığını bulamadı.

Fakat açmadığı bir kapı vardı.

Chuuya o odayı fark etmişti ama oraya bakmak istememişti. Şimdi ise oraya bakması lazımdı. Yavaş adımlarla biraz aralanmış kapıya yaklaştı. Her adımında sanki başka birinin nefesinin sesini duyuyordu. Yavaşça kapı aralığından içeri doğru baktı.

Gördüğüyle gülümsedi.

Dazai kendisine çok yakışan bir gözlük takmış, bir masada oturuyordu. Ara sıra kağıtları karıştırıyor, bir şeyler yazıp yazıp mırıldanıyor ve Fransızca bir şeyler okuyordu.

Chuuya, Dazai'nin Fransızcasını sadece bir kere duymuştu. O da kısık bir sesle söylenmişti. Şimdi ise o güzel aksanı daha iyi duyabiliyordu mırıldanışlara rağmen.

Chuuya, Dazai'den gözlerini çekip biraz odayı izlemeye başladı. Antika, ahşap ve kahverengi süslemelerin olduğu bir masada Dazai'nin kâğıtları vardı. Hemen yan tarafta fazlasıyla büyük bir abajur duruyordu. Geceleri çalışırken aydınlatma amaçlı. Hemen yanında asılmış birkaç tablo vardı. Dazai normalde sürrealist çalışan bir ressam olmasına rağmen duvarda asılı olanlar rönesans dönemi tablolarını andırıyordu. Bir başka işlenilmiş masada ise Dazai'nin kendi yaptığı antik Yunan heykelleri gibi duran bir heykel vardı.

Casta Diva |Soukoku|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin