"Albatrosssss! Ben çıkıyorum."
Evet, çoktan birkaç hafta geçmişti bile. Cadılar Bayramı hemen bu akşamdı, Chuuya bu tür özel günleri sevmezdi ama bugünün ayrı bir havası vardı. Her yılın havası bu sene yok gibiydi. Bu da güzel bir şeydi ve ayrıca, Dazai kasım ayının ilk haftalarında gidecekti. Kafa dinlemek için.
Chuuya bu düşman işini beceremese de artık bunu kafasına takmıyordu, ne de olsa artık düşman gibi davranmasına gerek yoktu. O öyle hissediyordu ve bazen anı yaşamak geleceği planlamaktan daha iyidir.
Elbette ki, bugünün o kadar fazla anlam ve önemi yoktu. Zaten kostüm işine hiç girmeyecekti. Bilindiği üzere İngiltere geceleri ayrı olan bir yerdir. Herhangi bilinmeyen bir kasaba olsun, yine de bir şeyler yapılır ve özel bir gün varsa kutlanırdı. Yani Chuuya için öyleydi.
Bir de onların yaşadığı yer olarak Londra fazlasıyla büyük ve özel bir şehirdi. Zaten sabah birkaç afişte görmüştü, bir barda kutlama yapılacaktı. Kostüme falan gerek yoktu zaten saçlarıyla bal kabağı kostümü giymiş gibi dururdu.
Eve gitmek için Albatross'un evinden çıkmıştı şimdi. Uzun zamandır kendiyle tam olarak ilgilenmiyordu ve bugün belki de kendisiyle ilgilenmek için en doğru gündü.
"Hava neden bu kadar soğuklaştı ki..."
Chuuya evine doğru yürürken elleri yavaştan üşümeye, burunu ise kızarmaya başladı. Hava birkaç gün önce ne güzeldi oysa ki... Ilık ve sonbahar tam hissedilmiyordu. Şimdi ise tüm soğuk havasıyla kış geliyor diye bağırıyordu tüm sokaklar.
Evine geldiği zaman ceplerini karıştırdı, metal bir parçayı aramaya başladı ama yoktu. Tüm ceplerine teker teker iyice baktı ama hâlâ bir şey bulamadı. Acıyla gülümsedikten sonra canının sıkıldığı sesli bir şekilde bağırarak gösterdi.
Bir süre düşünüp anahtarı nereye bıraktığını bulmaya çalıştı. Sokakta ya da başka bir yerde düşürmüş olamazdı. Daha sabahın yedisiydi ve geçtiği sokaklar sepsessizdi. Eğer anahtarı yolda düşürdüyse mutlaka sesi gelirdi. Evde unuttuğunu düşünerek Albatross'u aradı.
"Hayır! Neden hep bu kadar uykucusun kuş bozuntusu."
Albatross telefonu açmıyordu, muhtemelen Chuuya gider gitmez bir yere uzanmış yeniden uyuyordu. Ya da duşa girmişti ve duymuyordu. Her iki olasılık da "Albatross telefonu açmayacak." dedirtiyordu.
Chuuya biraz daha düşündü. Fakat anahtarını uzun süre görmemişti sanki. Gözlerini kapatıp kapıya yaslandı ve yeniden düşündü. Albatross'ta değil... Öyleyse kim? Dazai mi? Düşündüğünde bunun o kadar uzak bir ihtimal olmadığı açıktı ama sabahın bu saatinde uyanık mıydı? Chuuya denemeye değer olduğunu düşünerek telefonunun rehber kısmına girdi ve Dazai'yi aradı.
"Hadi Dazai... Sen bu saatlerde uyanırsın."
Chuuya biraz bekledi ve Dazai telefonu açtı. Açmasıyla beraber "sonunda." diyerek iç çekti. Telefonun diğer tarafından Dazai'nin uykulu sesi geliyordu.
"Uh... Chuuya, ne güzel bir günaydın deme şekli."
"Dur şimdi aptal, öylesine aramadım. Acaba evinde bir sürü anahtar bulunan bir anahtarlık gördün mü?"
"Anahtarlık mı?.. Ah, bir bakayım."
"Bekliyorum."
Aslında Dazai'nin gözleri anahtar kelimesiyle parlamıştı. Şu an rol yapıyordu gerçi. Chuuya'nın anahtarı yaklaşık bir aydır ondaydı. Onu çalışma odasının bir çekmecesine koymuştu. Chuuya'ya bunu haber vermedi çünkü gerektiği zaman, Chuuya'nın evine yeniden gelmesi fikri daha cazipti. Biraz hayıflandı, sonra "sabah sabah..." triplerine girip homurdandı ve telefonu arıyormuş gibi yaptı. En sonunda çalışma odasındaki çekmeceyi açtı ve Chuuya anahtarlık sesini duydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Casta Diva |Soukoku|
FanfictionGünahlarım korkunçtu; ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu, başvuran herkesi bağrına basıyordu. Ve şüphesiz bağışlayıcı benim en iyi seçeneğimdi.