"Chuuya, hadi lütfen."
Dazai elinde tuttuğu eski türden fotoğraf makineleriyle Chuuya'nın tam karşısında duruyordu.
"Tch! Olmaz dedim Dazai..."
Chuuya Dazai'nin teklifini yeniden ve yeniden reddettikten sonra önünde duran pasta diliminden küçük bir çatal aldı.
Şu an Casta Diva'nın tam karşısında duran küçük ve güzel bir kafenin içerisindeydiler. İçerisi bir sürü kitapla dizayn edildiğinden daha çok bir kütüphaneyi andırıyordu.
Bugün sabahki koşuşturma yüzünden ve ondan sonraki öpücük silsilesinden sonra ikisinin ne kahvaltı hazırlayacak gücü tükenmişti. Buna çözüm olarak Dazai evin birkaç sokak altındaki bu kafeyi önermiş, Chuuya'nın cevap vermesine izin vermeden onun elinden tuttuğu gibi oraya götürmeye çalışmıştı.
Chuuya zaten şu an yemek yapmaya fazlasıyla üşendiğinden teklifi reddedecek değildi. Kalın atkı ve berelerini takıp birkaç sokak yürüdüler.
Bu sırada ise oyalanan Chuuya değil Dazai olmuştu. Her geçtikleri sokağın dükkanlarına hızlıca bir göz gezdiriyordu. Bir şeyler düşünürken yaptığı yüz ifadesi de yüzünden eksik olmamıştı.
"Dazai! Sorun ne? Sürekli durup etrafını izliyorsun."
"Chuu- gel benimle!"
Dazai kızılın bir elini tutup hızlıca sokaktaki rastgele mağazanın birine girmişti. Neden girdiğini kendisi de bilmeyince bir süreliğine afalladı.
"Neden buradayız sersem?"
Dazai, Chuuya'nın sözlerini takmadı ve takmadığı gibi de cevap da vermedi. Bu yüzden Chuuya kendi kendine konuşuyor gibi duruyordu, Dazai ise sürekli bir şey inceliyordu. Bu ikili dükkân sahibinin aklında ileride "biraz kafayı yemiş iki genç" olarak yer edinecek.
Kahverengi saçlı bir vitrinden diğerine yönelip eliyle bir alet tuttu. Chuuya alete baktığı zaman bunun güzel eski model bir fotoğraf makinesi olduğunu anladı.
"Artık anlatacak mısın?"
Dazai susup fotoğraf makinesini göz hizasına kaldırdı ve bir gözüyle merceğe baktı, mercek Chuuya'ya doğrulduğundan Chuuya ani bir refleksle gerileyip koluyla yüzünü kapatmaya çalıştı.
"Hey!"
"Güzel, bunu alıyorum."
Birkaç dakika sonra Dazai boynunda asılı bir fotoğraf makinesiyle, Chuuya da somurtan bir yüz ifadesiyle dışarı çıktı.
"Biliyor musun delilere benziyorsun?"
"Artık olur da kendimi deli göstermek isteyebilirim..."
Chuuya, Dazai'nin kafasına sert bir şekilde vurdu.
"Sabahın bilmem kaçında Hamlet repliği okuyacağına aklından ne geçiyor anlatsana!"
"Ne kadar sabırsızsın Chuuya-kun"
Dazai elindeki kamerayla oynarken kafeye varmışlardı bile. Hava fazlasıyla soğuktu ve dışarıda hiç masa yoktu. Zaten olsaydı da ikisi oturmazdı.
İçerisi beklediklerinin aksine tıklım tıklım değildi ve şu an çok az insan vardı. Kendilerinin şanslı olduğunu düşündüklerinden hızla bir masaya oturdular. Chuuya aç olmasına rağmen ufak bir kek istemişti. Dazai ise çay. Şu an yemek yemekten çok daha önemli işleri vardı.
Chuuya'nın keki ve Dazai'nin çayı geldiği zaman kızıl olan fotoğraf makinesi yüzünden sevgilisinin yüzüne bile bakmayan adamı boş gözlerle süzdü.
"Chuuya, Albatross seni özlemişti bilirsin..."
"Evet?"
"Ayrıca seni her an kaybedebilirim..."
"Eee?"
"O zaman..." Dazai sanki buda heykellerinin önünde yalvarıyormuş gibi ellerini birleşti. Bu alaycı bir birleştirmeydi ve ciddi gözükmeye çalışması daha da komik duruyordu. "Fotoğrafını çekebilir miyim"
"Ne! Hayır!"
"Hadi ama Chuuya..."
"Aptal o fotoğraflar karanlık oda olmadan çıkmaz. Sanki karanlık odan va-"
"Var!"
"Bekle- ne?"
"Sonuçta bodrumu kimse kullanmıyordu ve resim yapmadan önce sürekli fotoğraf çekerdim..."
"Ah... Anlıyorum."
"O halde izin veriyor musun?"
"Hayır!"
Dazai bir süreliğine konuşmayı bırakıp düşünür gibi yaptı.
"Chuuya. Tanıdığım en güzel insan sensin, eskiden heykeltıraşlıkla uğraştığım zamanlarda bir heykel yapmak istedim. Heykel aslında güzeldi ve Yunan mitolojisindeki tanrılara benziyordu. Yine de bir eksikliği vardı. Bu eksikliği senin doldurmanı istiyorum. Elbette hiç ayrılmayacağız diyemeyiz. Ama en azından... Sen yokken yaşamama sebebiyet verecek bir şey istiyorum. Olurda sen gel-"
"Tamam çek!"
"Chuuya!"
Dazai yapmaya çalıştığı acıklı duygu sömürüsünden sonra kamerayı yeniden kızıla çevirdi.
Gerçekten güzeldi. Karanlık odada fotoğrafı negatifleştirdiğinde mükemmel olacağına inanıyordu. Kızıl saçları canlılığını halen koruyordu ve gözleri donuk bakmıyordu. Ona karşı hep sıcaktı.
Dazai gülümseyip kamerayı masaya bıraktı ve Chuuya'yı izledi.
"Keşke üç kişi olsaydık..."
"O nereden çıktı?"
"Biri bizi çekerdi hani..."
"Sersem! Hayallerine dahil olmak istemiyorum!"
"Ahh Chuuya-kun her zamanki gibi tsundere."
"Sen kime tsundere diyorsun lan!"
Chuuya, Dazai'ye sert olmasa da bir yumruk vuracağı sırada üçüncü bir sesin varlığı işitildi. Gülen, beyaz gömlekli bir adam onlara bakıyordu.
"Efendim, sessiz olun. İnsanlar rahatsız oluyor"
"Hmph!"
Chuuya utançla susup kafasındaki şapkayı yavaşça eline alıp kızaran yüzünü gizlemeye çalıştı. Yine de rahatsız edici bir ses onu bırakmıyordu.
"Chuuya-kunun kızaran yüzünü çektim!"
"Seni-!"
~
Öncelikle sizden çok çok özür diliyorum. Ruhumun halini ya da kendimi anlamakta zorluk çektiğimden fice devam etmeli miyim yoksa burada bırakıp Wattpad'i silmeli miyim karar veremiyorum. Ama umarım bu durum yakında düzelir.
Kurgumun devamının çok daha güzel olacağına inanıyorum. Şu sıralar pek fazla güzel şeyler yazamıyorum ama umarım anlayışla karşılarsınız.
Kitabı buraya kadar okuyan, yorum yapan, oylayan herkese çok teşekkür ederim. Severek yazdığım bir şeyin okunması beni çok mutlu ediyor.
İyi günler/akşamlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Casta Diva |Soukoku|
FanfictionGünahlarım korkunçtu; ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu, başvuran herkesi bağrına basıyordu. Ve şüphesiz bağışlayıcı benim en iyi seçeneğimdi.