Double Concerto

339 40 16
                                    

Eylül artık bitmişti. Ekimin ilk haftaları sonbaharın tam anlamıyla gelişinin ve yaprakların kurumasının, üzerine basıldıkları zaman hoş bir ses çıkarmasının adına konservatuar öğrencileri bir gösteri düzenliyorlardı. Londra'daki en büyük konservatuar salonunda yapılacak bu gösteriye bir sürü kişi geliyordu çünkü öğrencilerin yeteneklerine bakıldığı zaman sanki, Mozart'ın öğrencilerindendiler

Dazai de bu gösteriyi izlemek için giden bir sürü kişiden biriydi. Yapacak hiçbir işi yoktu ve keman sesine eşlik eden piyanoya olan özlemini belki izleyerek, duyarak giderebilirdi. Çok fazla yakın olmadığı bir arkadaşıyla oraya doğru gelmişlerdi.

Hava inanılmaz derecede güzeldi. Yağmur yoktu ama yağmurun habercisi gibi gözüken kara bulutlar günü güzel kılıyordu. Bulutların aksine inatla sıcak rüzgarlar esiyor ve bu zıtlık da oldukça hoş görünüyordu.

"Dazai, bu taraftan."

Dazai bu binanın oda dağılışını bilmediği için her yer çok karışık geliyordu. Bu yüzden de yanında rehber sayılabilecek bir arkadaşı vardı. Onu takip edip salona doğru gittiler.

Salon gerçekten heybetliydi. Özel hissettiriyordu, sanki 1700'lü yıllara gitmiş gibi hissediyordu. Çoğu insan bu havayı sevmez belki ama onun hoşuna gidiyordu bunlar.

Gösterinin başlamasına çok kalmamıştı. Bu yüzden Dazai etrafı incelemeyi sonraya bırakıp arkadaşıyla beraber bir yere oturdu.

Çok geçmeden öğrenciler sahnede gözüktü. Hepsi de siyah takım giymişlerdi. Çok geçmeden ayarlamaları yaptılar. Ve şimdi ışıklar dinleyicilerin olduğu yerden sahneye doğru yönelmişti.

(Dinlemek isteyenler için bu sahne adına kurgumda yardımcı olan şarkı: Violin Concerto in A Minor, BMV 1041: 1. Alegro moderato - Spotify'dan dinleyebilirsiniz.)

Dazai gözlerini kapatmıştı. Müziği sadece duyarak hissetmek istiyordu, görmek değil hayal etmek daha güzeldi onun için.

Hayalinde yine atölyesindeydi. Zaten opera aşkından atölye adı "Casta Diva"ydı. Bu sefer heykel yapıyordu, heykeltıraşlık hakkında fazlaca bilgisi vardı ve bir zamanlar heykeltıraş ihtiyarın birinin yanında çalışırken epey şey öğrenmişti. Yaptığı heykel Yunan tanrılarını andırıyordu ama onlardan çok daha güzel birinin heykelini yapıyordu. Tütsülerden gelen özel koku onun kokusunu hissettiriyordu ve dumanlar da karşısındaki kişinin yüzünü kaplıyordu. Sanırım o kişinin kim olduğunu asla bilemeyeceğiz. Ya da o kişinin kim olduğunu biz çoktan biliyoruz da Dazai kabullenmek istemiyor.

Dazai gösterinin ortasında gözlerini açtı, gerçekliğe dönmenin acısıyla gözlerinde şimşekler çakıyor denilebilirdi. Arkadaşına baktı ve ona fısıldadı.

"Tuvalete gitmem gerekiyor. Sen kal."

"Gerçekten mi? Bu binanın yapısını bilmiyorsun kaybolma."

"Kaybolmam."

Dazai söylediklerinden emin değildi. Gerçi zaten tuvalete gitmiyordu. Bina hoşuna gitmişti, antik çağları andırıyordu ve biraz dolaşmak istiyordu. Zaten çelloların ve kemanların boğuk sesi tüm binada dolanıyordu.

Dazai fazlaca yürüdü ve pek çok odayı gördü. Eskiden olsaydı Konservatuar bölümünde okumak için can atabilirdi.

En sonunda beyaz kapısının biraz açık bırakıldığı bir oda ile karşılaştı. Burada boğuk çello seslerinden başka bir ses daha duyuluyordu. Evet, çok yakınında keman çalınıyordu. Dazai merakına yenik düşerek kapının aralığından bakarak içeriye bir göz attı.

Casta Diva |Soukoku|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin